Kesin bir şeyden emindim ki, film oldukça kaliteliydi.
Ama ben boğazıma kadar dayanmış sinirimle birinin üstüne saldırmadan önce bitti.
Neye mi kızıyordum?
İki sıra önümüzde oturmuş ve filmi hiç korkunç bulmamış olan, üstüne bir de kahkahalarla gülen iki afacana kızıyordum. Yanımdaki çift koltuğuna oturmuş, filmi izlemekten başka her şeyi -iğrenç- yapan çifte kızıyordum. Şu an kolumu çekiştiren aptala kızıyordum.
''Hiç korkmadım,'' dedim sinemayı terk ederken. Duygusuz bir surat ifadesi takındım ve yürümeye başladım.
''Tabii ya,'' diye geveledi arkamdan. Şu an onunla ilgilenmiyordum. Biraz acıkmıştım sanki. Saatin çoktan altıyı geçtiğini fark ettim. Hava çoktan kararmış olmalıydı.
Ellerimi cebime soktum ve yürüyen merdivenlere ondan önce bindim. Hızla arkamdan yetişti ve az kalsın takılıp düşecekken kenarlara tutundu. ''Bir kere de uslu uslu dursan?''
Dudaklarımı büzüp biraz düşündüm. Sonra omuz silktim: ''Olmaz.''
İç geçirdi.
''Çin yemeği sever misin?'' şeklindeki ani sorusu benim de takılıp düşmeme neden oldu. Ancak benim tutunacak bir kenarlığım yoktu ne yazık ki. Öndeki takım elbise giymiş ve iş adamı olduğu iki kilometre öteden bile anlaşılır olan adamın sırtına burnumu vurunca işler her iki taraf için de hiç iyi olmadı. Burnumu tutarken adama özür dilemeye çalışıyordum. Adamsa kızgın bir şekilde arkasını döndü. Birkaç saniye yüzüme baktıktan sonra gözleriyle baştan aşağı beni süzdü ve arkasını dönüo uzaklaştı. Hala burnumu tutarken ''Aptal şey.'' dedim
''Bu kelimeyi şu sıralar fazla kullanmaya başladın sen,'' Kulağımın dibinde kurulacak en saçma sözleri söylerken Yoongi.
''Senin için rahat olsun,'' dedim hızlıca çıkış kapısına yönelirken. ''Sen o sözleri daha çok duyacaksın.''
---
''Ma To Pofu-''
Birden Yoongi boğazına bir şey kaçmış gibi göğsüne vurduktan sonra boğazını temizleyip garson kıza döndü. ''Biz iki tane Ma Po Tofu alalım, birinde acı az olsun, yanına da küçük boy Soju lütfen.''
Garson kız giderken birkaç saniye arkasından baktı ve sonra kahkahalarla gülmeye başladı. Ağzını eliyle kapamaya çalışsa da kısılan gözlerini saklayamazdı. Ne şirin.. Sonra beni rezil ettiğini hatırlayarak iltifatımı geri aldım.
''Ma To..Pofu..'' derken hala gülüyordu. Ben de gözlerimi devirdim. Tabii, geçsin dalgasını Ichigo bey, ben de aklımdan en gıcık Türkçe sözleri seçip ona sıralarken gülen taraf kim olacaktı acaba? Mesela ona muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine* derken ne hissedecekti? Bir an durup düşündükten sonra, bunu demekten vazgeçmenin daha iyi olacağını düşündüm. Yani bunu ben bile söyleyemezdim.
Yemekler gelmeden önce Yoongi izin alıp lavaboya gideceğini belirtti ve benim kızgın bakışlarımı arkasında hissettiğine emin olduğum bir şekilde ilerledi. Biraz etrafı izledim ve sandalyemde kıpırdandım. Otantik bir ortamdı, tavandan sarkan turuncumsu kağıt lambalar (Adlarını bilmiyorum.) ortamı daha loş ve daha güzel kılmaktaydı. Açık mutfaktan görebildiğim kadarıyla aşçı olduğunu düşündüğüm adam elindeki bıçak -yoksa balta mı- ile bir şeyler doğruyordu. Sonra az önceki garson elinde tepsisiyle geldi ve 'Ön servis olarak' gibi bir şeyler mırıldandıktan sonra masaya iki bardak ve bir şişe bırakıp gitti. Gitmeden önce kırk beş derece eğilip selam vermeyi unutmamıştı, sanırım Kore'de hizmet daha farklı bir seviyedeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
orada bir seoul var uzakta
FanfictionSevgi güçlü bir duygudur. Fazla olursa adına aşk derler, az olursa da nefret.. Bense, bu iki nokta arasında kalmış masum bir kurbandım. Katilim ise turuncu bir kabustu. Bu iki taraf arasında savrulan ben, acaba ne zaman dengemi kaybetip düşecektim...