Şey, belki de başka biridir? Yani sesi falan benziyordu ve yanımdan geçen de sadece o vardı ama.. Ama kimi kandırıyordum, yakalanmıştım. Yanlış hatırlamıyorsam bir daha karşılaşırsak beni döveceğini söylemişti. Yoksa ben mi döveceğini düşünmüştüm? Her neyse, şu anda daha büyük bir sorunum vardı. Birkaç dakika sonra hoca sınıfa girdi ve sınıfça selam verdik. Daha sonra kendimi tanıtmak için ayağı kalkmamı istedi. Sessizce doğruldum ve ''Merhaba, ben Amira.'' dedim ve dosdoğru yerime oturdum. Sınıfta birkaç fısıldaşma oldu ama en çok dikkatimi çeken arkamdan gelen hafif gülme sesiydi. Hiç bozuntuya vermedim ve hocayı dinliyormuş gibi yapmaya başladım.
Arkamdaki sıradan garip bir ses geldi ve daha sonrasında kulağımın dibinde bir ses işittim, ''Demek Amira..''
Eh, ateşe ateşle karşılık verilir. Sırama yaslandım ve azıcık da aşağı kaydım ki beni daha rahat duysun. ''Amira tabii, bir sorunun mu vardı?'' dedim.
''Bu tavrından vaz geçmeyeceksin, değil mi?'' dedi fısıltıyla. Dudağımın kenarı yukarı kıvrıldı. Kafamı ondan yana çevirdim. Dirseklerini sıraya yaslamış ve bana doğru eğilmişti. Tam gözlerinin içine bakarak ''Asla.'' dedim. Birden suratı tuhaflaştı, sanki böyle bir cevap beklemiyormuş gibiydi. ''Öyle olsun.'' dedi ve arkasına yaslandı.
''Neler oluyor o arkada?'' diye bağırdı hoca birden ve ben de önüme döndüm. Eski okulumda da çok hanım bir kız değildim açıkçası, sadece sınavlardan yüksek not aldığım için hocalar susardı.
Sınıfta bir gülüşme oldu ve ben de onlara sert bir bakış attım. ''Bir sorun mu var Bayan Amira?'' dedi tek elini beline yerleştirmiş kadın hoca. Orta yaştaydı ve muhtemelen evde kalmıştı, ben de bunun üzerine oynamaya karar verdim. Ancak biri benden önce davrandı.
''Kıskanmayın lütfen hocam.'' dedi turuncu saçlı çocuk. Sahi, adını bile bilmiyordum. Sınıftan daha yüksek sesli bir kahkaha koptu ve hoca zoraki gülümsemesiyle bakışlarını arkamdaki çocuğa çevirdi. ''Bu kadar yeter, Bay Yoongi. Müdürün odasını bu kadar özlediğinizden haberim yoktu.''
Böylelikle adını da öğrenmiş olmuştum. Yoongi demek, bu Korelilerin isimleri cidden tuhaf oluyordu.
Rahatça ellerini sıraya koydu ve ''Zaten uzun zamandır da gitmiyordum.'' dedi. Hoca ise durumu hiç bozuntuya vermedi ve arkasını dönerek kaldığı yerden devam etti. Yoongi'nin yanında oturan çocuk ''Çak bir beşlik.'' dedi sessizce ve ben de neden hala onları izliyorum diyerek önüme döndüm. Sanırım tarih hocam ile aram hiç iyi olmayacaktı.
—-
İlk ders bittiğinde bir süre yerimde oturdum ve birbirini yeni tanımaya başlamış ya da çoktan tanışmış olan insanların muhabbetlerini dinlemeye koyuldum. Hepsini duymak mümkün değildi tabii, gerçi dinlediğim de söylenemezdi. Acaba Essy'nin yanına gitse miydim? Sıramdan kalktım ve kapıya yöneldim. Arkamdan birkaç kişinin fısıldaştığını duyabiliyordum. Kapıdan çıktım, ilk girdiğim ve rezil olduğum sınıfa doğru yürümeye başladım. Çevremde daha önce hiç açılmamış gibi duran bir sürü kapalı kapı ve bir o kadar da çok insan vardı. Büyük bir okuldu burası.
Essy'nin sınıfında açık duran kapıdan baktım ancak içeride onu göremedim. Aman ne güzel. Geri döndüm ve en azından bulunduğum katta kızlar tuvaletinin nerede olduğunu öğreneyim dedim. Cidden, tahmin ettiğimden fazla koridor ve sınıf vardı. Kafamı iki yanıma hızlıca salladım ve sınıfımın yolunu tuttum. Zil henüz çalmamıştı, başım dertte değildi. Sanırım birileri bana acımış olacak ki, okuldan çıkana kadar hiçbir sorunla karşılaşmadım.
Arkamda oturan turuncu saçlı çocuk -adı Yoongi'ydi sanırım- diğer derslerde yerinde yoktu. Sınıftaki dedikodulardan duyabildiğim kadarıyla müdürle görüştükten sonra okulu terk etmişti. Bugünlük zafer benimde. Okulun çıkış kapısından geçerken Essy birden bana döndü ve ''Şey..'' dedi biraz uzatarak. Derin bir nefes aldım, kesin bana okuldan uzaklaştırıldığını falan söyleyecekti.
''Daha ilk günden mi?'' dedim. Şaşırmış gibiydi.
''Ama bu iyi bir haber, çoktan popüler oldum.'' dedi gülümseyerek. Gözlerimi devirdim ve ''Evet, idareciler arasında mı?'' dedim.
''Ha?'' dedi ve birden etrafımızdaki kalabalığın durup bize baktıklarını anladım. Muhtemelen seslerimiz yükselttiğimiz için değil de farklı bir dilde konuştuğumuz için böyle yapıyorlardı. Hele ki o dil tamamen alışık olmadıkları tarzdaysa. Essy'nin kolundan tuttuğum gibi sürüklemeye başladım, o sırada da etrafa her şey yolunda bakışları atıyordum.
''Ne demek ha? Bu sefer ne yaptın da seni uzaklaştırıyorlar?'' dedim bu sefer fısıltıyla.
''Nereden uzaklaştırıyorlar?'' dedi.
''Okuldan.'' dedim.
''Neden ki?''
''İşte ben de bunu bilmek istiyorum, Essy.''
''Beni bir yere uzaklaştırmıyorlar ki.''
''O zaman neden kötü bir şey yapmışsın gibi cümleye başlıyorsun?'' dedim kollarımı çaprazlayarak. Ne diyeceğini merak ediyordum.
''Bunu bir taraflarından uyduran sensin, sadece arkadaşlarımla karaokeye gideceğimi ve senin de gelip gelmeyeceğini soracaktım.'' dedi. Aramızda bir sessizlik oldu. Sonra ikimiz de gülmeye başladık.
''Cidden atılacağımı düşünmüş olamazsın.'' dedi gülerken. Daha sonrasında ona gelemeyeceğimi bildirdim, nasıl olsa onun arkadaşlarıydı ve ben bir kenarda oturup sessiz kız olarak anılmak istemiyordum. Arkasından el salladım ve yakın olan evimize doğru yürümeye başladım. Güneş çoktan batmaya başlamıştı. Okul saatlerini neden bu kadar katlanılmaz yaptıkları hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
Çantamı odanın bir köşesine fırlattım ve üstümdeki üniformadan kurtulup kendimi tekli koltuklardan birine bıraktım. Küçük bir oturma odamızın olduğu iyiydi, kumandadan rastgele birkaç tuşa bastım ve bir belgeseli izlemeye başladım. Daha sonrasında koltuğun arkasında katlanmış haldeki battaniyeye uzandım ve gözlerimin kapanmasına engel olamadım.
—-
Tam olarak kendime gelmeden bir şeyin gürültü çıkardığını fark etmiştim. Gözlerimi ovaladım ve saatin çoktan on biri geçtiğini fark ettim. Televizyon hala açıktı ve aslanlarla ilgili bir belgesel vardı ama şu an ilgilendiğim son şey oydu. Tuhaf bir pozisyonda uyumuştum ve boynum çok kötü bir şekilde tutulmuştu. Zombi gibi sendeleyerek kalkarken battaniye aşağı kaydı, beynim pelteye dönmüş gibiydi.
Sanki başımın ağrımasına faydası olacakmış gibi kafamı tutarak gürültünün kaynağını bulmaya çalıştım. Telefonum aptal melodisiyle çalıyordu ve melodiden de anladığım kadarıyla arayan Essy olmalıydı. Sahi, Essy eve dönmemiş miydi? Televizyonun ışığı karanlık odayı biraz aydınlatıyordu ancak yolumu bulmamda hiç yardımcı olmamıştı, muhtemelen birkaç şeyi kırmış olmalıydım. Telefonu elime aldım ve açma tuşuna bastım.
"Hadi oradan neredesin sen, saatin kaç olduğunu biliyor musun?" dedim. Tabii ki Türkçe konuşmuştum ama karşımdaki kişi anlamamıştı sanırım.
"Şey.. Amira ile mi konuşuyorum?" dedi yabancı bir kız sesi. Hemen kendimi toparladım. Bu kız kimdi ve Essy'nin telefonuna nereden ulaşmıştı?
"Evet, benim. Essy'e bir şey mi oldu?" dedim ciddi bir ses tonuyla. Uzun süre bir sessizlik oldu ve kız sonunda konuşmaya karar verdi. Sesinde endişelendiğini belirten bi tını vardı.
"Essy'i gelip alır mısın, kendini hiç iyi hissetmiyormuş." dedi kız. Gözlerimi devirdim. Sarhoş mu olmuştu? Gerçekten mi Essy, gerçekten bunu mu yapmıştın yani?
Derin bir nefes aldım ve hattın ucundaki kızla kesin bir ifade ile konuştum. "Onu ayık tutmaya çalışın, birkaç dakikaya oradayım."
Belki de okulu bırakıp CIA'de çalışmalıydım, kim bilir?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
orada bir seoul var uzakta
FanfictionSevgi güçlü bir duygudur. Fazla olursa adına aşk derler, az olursa da nefret.. Bense, bu iki nokta arasında kalmış masum bir kurbandım. Katilim ise turuncu bir kabustu. Bu iki taraf arasında savrulan ben, acaba ne zaman dengemi kaybetip düşecektim...