Hiç Uyumayan Şehir; Seoul

612 70 3
                                    

''Ben de seni!'' diye bağırdı Essy arkamdan. Ne kadar korktuğumu siz söyleyin. Öyle ki çantayı falan fırlatmıştım, bu kız cidden..

''Hahaha, korkuttuysam özür dilerim.'' dedi mutlu bir şekilde.

''Yok canım, ne korkutması.'' dedim titreyen ellerimi durdurmaya çalışarak.

''Son anda müdüre şantaj yapıp izin koparmayı başardım.'' dedi ve kapıyı itip ayakkabılarını çıkarmaya koyuldu.

Ona kimi beklediğini sormalı mıydım? Ah, hadi ama. Tabii ki soracaktım. Ayakkabılarımı çıkarırken ''Peki bu kadar uzun süren neydi?'' dedim imalı bir şekilde. Sonra eve girdik ve arkamdan kapıyı çektim.

''Bunları aldım.'' dedi elindeki poşeti gösterirken. İçinde son çıkan filmlerle dolu bir poşet..

''Sen müthişsin.'' diye adeta çığlık attım. Essy gerçekten de ne sevdiğimi iyi biliyordu. Ona sıkıca sarılırken ikimiz de gülüyorduk. Zaten benden habersiz hiçbir şey yapmayacağını biliyordum.

''Peki o zaman, biraz zaman geçsin de bir film gecesi yapalım.'' dedim mutlu bir şekilde. Keyfim yerine gelmişti. Öyle ki yarın başlayacağım part-time işini bile unuttuğum söylenebilirdi.


---


1 Hafta Sonra

''Tamam, geliyorum!'' diye bağırdım içeriden. Burası hafta sonları gerçekten kalabalık oluyordu. Belimde bağlı olan önlüğü çıkardım ve yardım için cücenin yanına gittim. Belli ki tek başına bir şeyler beceremiyordu.

''Acele et, masa beşin siparişini almalısın.'' dedi elindeki tepsiyi dengede tutmaya çalışırken.

''Anladım.'' dedim bıkmış bir vaziyette. Ah, cidden şu düştüğüm durumlara bakın. Ne yapıyordum ben?

Sonunda iş bittiğinde kolumla ensemdeki terleri sildim. At kuyruğumu bozmamaya dikkat ederek şapkayı çıkardım ve patrona ''Ben çıkıyorum!'' diye bağırdım. Doğru ya, yoğunluktan dolayı unutmuş olmalıydım. Karnım acayip açtı. Evde Essy'nin yemek yapma ihtimali milyonda birken hafta sonunu daha güzel değerlendirebilirdim. Saat dokuza geliyordu.

''Sanırım bir şeyler yiyeceğim, sana görüşürüz.'' dedi Yoongi yanımdan geçerken.

''Bekle.'' diye bağırdım arkasından. Fırsat buydu sanırım, şahsen ben de açtım.


---


Küçük Rāmen'ciye* girdiğimizde ortamda neredeyse kimse yoktu. Tezgahın önünde bulunan sandalyelerden birine oturduk. Aslında ben bu yemeğin Japonlara özgü olduğunu düşünürdüm hep, cidden şimdi düşününce bana bile komik gelmişti.

Yemekler önümüze konduğunda Yoongi hiç zaman kaybetmeden yemeğe saldırdı. Bense elimdeki çubuklarla ne yemeye çalıştığımı anlamaya çalışıyordum. Bizim yemek kültürümüze hiç uymuyordu burası, hem de hiç.

''O kurutulmuş yosun.'' dedi ağzındakini çiğnerken. Ona iğrençsin bakışı attıktan sonra yosuna da aynı bakıştan attım. Harika, gerçekten bu Koreliler denizden babaları çıksa bile yerlerdi.

''Sanırım ben pas geçeceğim.'' dedim. Omuz silkti. Ne yapacaktım ben bu herifle, kibarlık anlayışı sıfırdı. Kenarda kalan erişteyi çubuk yardımıyla ağzıma attım. Aslında hiç de fena değildi, bu kısım noodle'a benziyordu. Ama yosunu hala yemeyecektim. İşimiz bittikten sonra ikimiz de kendi fiyatımızı ödedik ve geldiğimiz yer olan kapıdan aynen dışarı çıktık. Hava bayağı bir kararmıştı. Soğuk sonbahar havasını içime çektim ve yürümeye başladık. İkimizde de konuşmak için bir başlangıç yoktu, ben de etrafı seyretmeye koyuldum. Büyük ve ihtişamlı mağazalar ve neredeyse her sokak başı bulunan kocaman kozmetikçiler ağzımı açık bırakmaya yeter de artıyordu.

orada bir seoul var uzaktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin