''Jung.''
Müdürün ağzından duyduğum bu isim tüylerimin ürpermesine yetmişti zaten. Okuldan fazla uzaklaşmamıştım, belki de dönüp detayları araştırmalıydım. Aman, neyse. Ben üşengeç bir kızdım.
Karşıdan karşıya geçmek için kaldırımda durdum ve araba geliyor mu diye etrafıma bakındığımda gözüme siyah bir silüet çarptı. Gerisin geri gidip arkamda bulunan ağacın vücudumu gizlemesine izin verdim. Dedektiflik damarım kabarmıştı, eh. Her zamanki gibi yani..
Kafamı uzatıp dikkatimi çeken kişiye çaktırmadan bakmaya çalıştım. Bu, yoksa.. Hay şansımı seveyim. Turnayı gözünden vurmuştum. Bu oydu. Genel itibari ile şanssız bir kız olsam da -cidden, bayağı büyük bir şanssızlıktan bahsediyorum- bu sefer kader yüzüme gülmüştü. Ya da en azından ben öyle düşünmüştüm. Jung karşı kaldırımda bir yere doğru ilerliyordu ve başka bir sokağa döndü. Evin canı cehenneme, ayakkabılarımla ses çıkarmamaya dikkat ederek yoldan karşıya geçtim ve başımı eğdim. Beni fark etmemesi büyük bir olaydı.
Döndüğü sokağın başına geldiğimde tam köşede olan marketin önündeydim. Ellerimi duvara koydum ve çizgi filmlerde gördüğüm adam gözetleme işini yapmaya koyuldum. Bir yere yetişmeye çalışıyor gibiydi. Acaba zarar verecek ya da peşine düşecek başka bir kız mı arıyordu? Konu şu pislik olduğunda her şeyi beklerdim.
Yanına nasıl gidebileceğimi düşünüyorken sabah güneşinden korunmak için alınmış lacivert bir şapkayı yanımdaki bankta gördüm. Birinci soru kim şapkasını burada bırakırdı ki? İkinci soru, süper marketin önünde bir bankın ne işi vardı? Fazla sorgulamamaya karar verdim ve içimden sahibine özürler dileyerek lacivert şapkayı aldım ve kafama geçirdim. Şimdiki gençlerin -doğru ya, ben de gencim- çoğunun taktığı şapkalardandı ve siperini öne çevirip gözlerime kadar indirdikten sonra ilerlemeye başladım. Jung benden çok da ileri gitmemişti, ancak asıl soru şuydu:
Okulun bu kadar yakınında ne yapıyordu?
Bir içecek standının arkasına saklandım ve gözetleme işime devam ettim. Biriyle konuşuyor gibiydi ancak koca bedeni konuştuğu kişiyi görmemi engelliyordu. Bir kız olabilir miydi? Tabii ki. Yani, Jung'dan bahsediyorduk.
''Birini mi gözetliyorsun?'' dedi kulağımın arkasından bir ses. Evet demek için dudaklarımı araladığımda şaşkınlığım daha çok ön plana çıktı ve kelimeler ufak bir çığlığa dönüştü. Ancak bunlar da bir el tarafından engellenmişti. Biri çığlık atmamı engellemek için ellerini ağzıma koymuştu, ne güzel.
Çırpınırken bir yandan da ısırmaya çalışıyordum. ''Kes şunu.'' dedi tanıdık ses. Hay lanet, neden bugün boyunca peşimi bırakmamıştı? Sonunda elini çektiğinde elimle ağzımı sildim ve yüzüne baktım. Bilmiş ifadeyle o da yüzüme bakmaktaydı.
''Beni mi takip ediyorsun?'' dedim sinirle.
''Pek sayılmaz, ancak-'' dedi ve ellerini açtı ''Senin için aynı şeyi söyleyemem.'' dedi. Gözlerimi devirdim ve sırtımı dönerek Jung'a bakmaya çalıştım. Sonrasında ise Yoongi'nin Jung ile arasının hiç iyi olmadığı aklıma geldi ve ona neden Jung'u takip ettiğimi de açıklamak istemiyordum. Birden Yoongi'ye yüzümü döndüm ve görüş alanını kapattım.
''Ee, bir şey yapmak ister miydin?'' dedim sahte bir heyecanla.
''Çekil önümden, ukala.'' dedi ve beni itti. Ancak bu kadar çabuk pes edemezdim.
''İçecek?'' dedim yine ileri bakmasını engellerken.
''Hayır, ama şapkamı alayım.'' dedi ve kafamdan alıp kendi taktı. Hay aksi şeytan. Planım suya düşmüştü. Çoktan kafasını uzatıp Jung'a bakmaktaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
orada bir seoul var uzakta
FanfictionSevgi güçlü bir duygudur. Fazla olursa adına aşk derler, az olursa da nefret.. Bense, bu iki nokta arasında kalmış masum bir kurbandım. Katilim ise turuncu bir kabustu. Bu iki taraf arasında savrulan ben, acaba ne zaman dengemi kaybetip düşecektim...