Dökülmüş Sütün Arkasından Ağlanmaz

701 75 1
                                    

Derin bir nefes aldım ancak bunu yaptıktan hemen sonra vazgeçtim. Aşırı derece boğuk ortamı yüksek tavan bile dağıtamamıştı. Buraya eğlenmek için gelmiştim, değil mi? Eh, pek de öyle olduğu söylenemez. Şimdi; ''Neden eğlenmiyorsun? Orası bar değil mi? Yardır kızım!'' diyebilirsiniz.

Hayır, demeyin.

Bunu yapan zaten biri vardı. Essy müziğe uygun bir şekilde sallanıyordu ve halinden memnun gözüküyordu. Ah, cidden. Bazen hayatımdan nefret ediyorum. Essy'yi omzundan sertçe dürttüm ve sesimi duyurmak için gerçek anlamda bağırarak ''Bari şu arkadaşın gelseydi.'' dedim

''Biraz geç kalacakmış, boş versene.'' diye o da bağırarak cevap verdi ve çalan şarkıda yine garip bir şekilde oynamaya başladı. Gözlerimi devirdim, burada daha fazla kalamazdım. Duvarlar tabiri caizse üstüme geliyordu. Essy'ye aldırış etmeden kalabalığın arasından geçmeye çalışıyordum ve millet de garip bir şekilde yolumu tıkıyor gibi hissediyordum. Omuz açarak geçiyordum ki bilin bakalım ne oldu? Ondan önce bir şeyi hatırlatmama izin verin. Bugün günlerden sanırım çarşambaydı. Ve evet! Doğru cevap! Bugün benim uğursuz günümdü.

Birden bir adam önüme geçti, nereden geldiğini bile görememiştim. Siz düşünün. Elindeki içki olduğu gibi botlarıma döküldü. Olamaz, böyle bir şey olamazdı. Zaten sabahtan beri sıkıntıdan ölüyordum ve istemediğim bir yerdeydim. Bu bardağı taşıran son damlaydı.

''Seni aptal, ne yaptığını sanıyorsun!'' diye bağırdım. Ee.. Azıcık korkmuş olabilirdim, ben de Türkçe'ye başvurmuştum. Adam o sarhoş haliyle bile eğilip özür diledi. En azından saygılıymış, ama umurumda bile değildi. Yönümü değiştirdim ve lavaboya yöneldim. Kesin bu gidişle onu da bulamayacaktım.

--

Tuvalete girdiğimde ilk tepkim burnumu kapamak oldu. Zaten buraya gelirken geçtiğim ıssız koridorda koku gayet açık bir şekilde anlaşılıyordu ama pes doğrusu. İki adet kabin -ıyy, klozet- ve lavabo vardı. Aynalardan biri çatlamıştı ve diğeri de kirden bir şey gösterebilecek durumda olduğunu sanmıyordum. Çantamdan peçete çıkarıp ayakkabımı olabildiğince temizlemeye çalıştım. Bir yandan da azıcık korktuğum söylenebilirdi. Koridordan gelen cızırtılı floresan sesleri giderek de canımı sıkmaya başlamıştı. Peçeteler elimde bir yığın oluşturmuştu ve şu anda hiçbir güç beni klozetlerin yanına götüremezdi. Birden klozetlere doğru savruldum- Şaka şaka, elimdekileri daha cazip olan çöp kutusuna atmak için tuvaleti terk ettim.

Tekrar koridora çıktığımda etrafımı inceleme fırsatı bulmuştum. Daha çok Katniss'in Açlık Oyunları'na çıkacağı alana götürdükleri koridora benziyordu. Tek farkı bunun aşırı derecede pis olmasıydı, gerçekten pisti. Gri duvarlarda rutubetten oluşmuş izleri vardı. Kafamı geldiğim sağ tarafa doğru çevirdim, oraya gitmeye hiç niyetim yoktu. Çıkış kapısı olduğunu umduğum sol tarafa ilerlemeye başladım. Elimdeki iğrenç şeylerden kurtulmam gerekiyordu.

Sesi duyduğumda elim kapının koluna uzanıyordu. Daha çok biri bir şeyleri kırmış ya da devirmiş gibi bir sesti. Olduğum yerde durdum. Ya geri dönüp kalabalığa karışacaktım, ya da sesin kaynağının ne olduğunu bulacaktım. Bilirsiniz, ben meraklı bir kızdım. Kapıyı olduğunca yavaş açtım ve gecenin karanlığına adım attım. Bildiğim barların yanında bulunan ara sokaktı. Ancak bu görüntüyü bozan bir adet silüet vardı. Anladığım kadarıyla sarhoştu ve az önce bir çöp kovasını devirmişti. Dizlerinin üstünde can çekişen çocuğun yanına yaklaştım ve fırsattan istifade edip elimdekileri çöp kovasına attım.

Şapka giydiği için tanıyamamıştım ancak ona yardım etmeli miydim? Çok iyilik sarrafı biri değilimdir, ancak karşımda bayılmak üzere olan birine de en azından biraz yardım edebilirdim. Eğilip yavaşça omzuna dokundum. ''Bayım, bırakın yardım etmeme izin verin.''

''Choi..'' diye fısıldadı yerde yatan çocuk. Derin bir nefes aldım, bir gün şu merakımdan dolayı başım büyük dertlere girecekti. En azından onu caddeye kadar taşımam gerektiğine karar verdim. Kolundan tuttum ve boynumdan geçirdim ve o anda bana bakmaya devam ettiğini fark ettim. Bakışları sinirimi bozmaya başlamıştı.

''Affedersiniz ama bakmayı keser misiniz-'' dedim ve ben de aynı şekilde ona bakmaya başladım. Bu kader falan olmalıydı, tesadüf hakkımı çoktan kullandığımı düşünüyordum. Kafamı kaldırıp ara sokağı taradım. Gelen giden yoktu. ''Yoongi?'' dedim soru sorar bir şekilde.

Bir kez daha gözlerime baktıktan sonra kafası önüne düşmüştü. Aman Allah'ım. Başıma ne işler almıştım böyle? Şu anda ara sokağın tekinde çömelmiş bir vaziyette baygın bir çocukla duruyordum. Daha ne isteyebilirdim, değil mi? Ayağa kalkmaya çalıştım ve ara sokakta yürümeye başladım. Aslında taşıdığım kişinin Yoongi olduğu düşünülürse, onu kenara bir yere fırlatıp kaçmak cazip geliyordu. Ama o bana yardım etmişti. Ah kahpe kader. Baygın çocuğu bir eşyaymış gibi duvara yasladım ve düşmemesi için bir elimle tutarken bir yandan da Essy'e mesaj atıyordum.

Kime: Esesesessy

Bugünlük bensiz idare et, sınıftan bir arkadaşım ödev için yardım istedi. Yarın okulda buluşuruz. Merak etme ve sarhoş olma.

Gönder tuşuna bastıktan sonra yoluma devam ettim ve caddeye çıktım. İnsanlar garip bir şekilde umursamıyorlardı ve benden tarafa bakmıyorlardı. Üstüme yığılan turuncu kafanın altında ezilmemeye çalışarak yürümeye başladım. Aslında cüzdanımda biraz param vardı ve buradan evime kadar dayanabileceğimi sanmıyordum. Derin bir nefes aldım, hadi bakalım.

''Affedersiniz?'' dedim orta yaşlı bir kadına. Şaşırmış gibi döndü ve biraz da kızgın bir ifadeyle suratıma baktı. Daha çok Bu velet neden beni rahatsız ediyor ki? modundaydı.

''Buraya yakın uygun bir otel var mı acaba?'' derken daha ne kadar rezil olabilirdim diye düşünüyordum. Eh, daha çok rezil olacaktım.

--

Kadının tarif ettiği yere ulaştığımda ne çok dolu ne de çok boş olan bir sokak arasındaydım. Kadın burasının ucuz olduğunu ve erkek arkadaşımla -biliyorum, iğrenç- rahat edebileceğimi söylemişti. Binanın önünde durdum. B sınıfı bir otele benziyordu ve benim için hiç sıkıntı yoktu. Binaya adım attığım anda bir şeylerin ters gideceğini biliyordum ancak yapabileceğim bir şey yoktu.

Tepemdeki çan garip bir ses çısardı ve sol tarafta oturan adam kafasını gazeteden kaldırıp gözlüklerinin arkasından bana baktı. Bakışları yanımdaki çocuğa kaydı ve oradan tekrar benimle buluştu. Yana uzanıp bana bir anahtar uzattı ve "Ödemeyi sabah yaparsınız, iyi eğlenceler." dedi ve gazetesine geri döndü. Nasıl bir oteldi burası.
Merdivenleri sonunda çıkmayı bitirdikten sonra kapıyı açtım ve girdiğim gibi Yoongi'yi yatağın üstüne tabiri caizse fırlattım. Çoktan sızmıştı. Acaba onu bırakıp gitse miydim? Yok, birden bir otelde uyanınca bu işin ucunu bırakmazdı ve girişteki adam beni kesin satardı.
O değil de, nasıl bir odaydı burası? Bir banyo ve yatak odası dışında başka bor oda yoktu ve daha önce bu kadar büyük bir duşakabin görmemiştim. Duvarlar pembenin en iğrenç rengiydi ve sade bir odaydı. Çantamı çıkarıp tekli koltuğun üstüne bıraktım ve ayakkabılarımı kapının arkasına yerleştirdim. Yoongi ise kollarını iki yana açmış bir şekilde yatakta iki seksen yatıyordu. Ah, cidden. Hayat neden bana bunu yapıyordu?
Ayakkabılarını ve şapkasını çıkarıp çantamın yanına koyduktan sonra uyumak için tek alternetifin yatak olduğunu fark ettim.
"Allah'ım, sana geliyorum." diye fısıldadım. Yerde öldürseler yatmazdım. Turuncu kafayı son gücümle yan tarafa ittim ve kalan alana kıvrıldım. Battaniyeyi ikimizin üstüne örtüp - nasıl yaptığımı sormayın- Yoongi'ye sırtımı döndüm. Sensörlü ışıklar sönünce oda karanlığa boğulmuştu ve karanlıkta nefes alışlarımızı dinliyordum.
Zorlu bir sabah olacaktı. Ve bakın, size bir hayat dersi, yine. Eğer Kore'de tahmin ettiğinizden daha ucuz bir otel bulursanız sakın girmeyin. Tamam mı? Sakın.. Çünkü benimle aynı hataya düşersiniz. Şimdi ben, sabah Yoongi'ye neden bir aşk otelinde -ciddiyim- birlikte olduğumuzu açıklamak zorunda olduğumu bilmeden gözlerimi kapadım ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

orada bir seoul var uzaktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin