"Majesteleri! Majesteleri!"
Prensin arkasından bağıra bağıra ilerlerken o beni takmadan hiçbir şekilde durmuyordu. Biraz önce Kral ile konuşmadan çıkmışlardı ve şimdide beni atlatıp saraydan kaçmaya çalışıyordu. Onun hakkında öğrendiklerimden biride ne zaman Kral ile konuşsa günün sonunda kendini buradan atıyordu.
"Ya Majesteleri!" diye bağırıp koşmaya başladım. "Siz beni görevimden etmeye mi çalışıyorsunuz?"
Hızla atların oraya gelip önüne geçtiğimde kendimi ayarlayamadan bineceği ata çarpıp yere düşmüştüm. Benim bu atlarla alıp veremediğim ne var amk
"Acıdı ya!" deyip yerden başımı kaldırıp bana üstten şaşkınca bakan Prense baktım. "Sayın Prens hazretleri lütfen kaçmaz mısınız, bakın başımı bile vurdum sizin için. Lütfen diyorum."
"Çekil Jeongin," deyip eğilerek koltukaltlarımdan tutarak beni ayağa kaldırdı ve kenara bıraktı. Olayın şaşkınlığından daha ağzımı açamazken o tek hareketle kendi özel atının üstüne binmişti.
Hızla öne geçtim. "Yok olmaz."
"Ne olmaz?"
"Gidemezsiniz. Bırakmam!"
"Jeongin!"
"Ya bari bende geleyim!" dedim son kozumu kullanarak. Morali bozuktu ve korumasız bir şekilde dışarı çıkıyordu, her an başına bir şey gelme ihtimali olasıydı.
Dakikalardır onunla inatlaşan bana bakıp, pes etmeyeceğimi anlayınca kafasını salladı. "Gel. Yürü ama."
"Çüş yani!"
"Ne?"
"Hiç, devam edin. Gidebiliriz."
Bir de yürüyecektim, bravo! Bir bu eksikti. Yemin ederim kendi ellerimle kendimi boğmaya çalışıyordum ben.
Prens ile beraber saray kapısına gelip dışarı çıktığımızda muhafızlar kral korkusu ile ilk başta zorluk çıkarmıştı ama pek kullanmadığı konumunu kullanarak kapıları açtırmıştı.
Saraydan çıktığımız gibi şapkasını başına örterek yüzünü kapattığında ucuz, kıytırık kumaştan yapılmış pelerinine baktım. Sarayın arkasına geçip şehirden uzaklaşırken iyice gözden uzaklaştığımızda atı duraklattı.
"Bir şey mi oldu?" dedim gözlerimi kısıp kafamı kaldırırken. Tepede yakıcı bir güneş olduğu için bugün gözlerimi tamamen açık tutmada zorlanıyordum.
Kafasını salladı. "Hayır, bin."
"Nereye?"
"Kafama. Ata tabi Jeongin."
"Yok sizin yürümenize gönlüm el vermez."
Verir ama kellemi seviyorum.
Göz devirdi. "Benim yürüyeceğimi kim söyledi?"
Sözleri ile kaşlarım çatılırken, "Nasıl yani?" diye sormuştum ama cevabıma oflayarak kendini aşağı atmıştı. "Böyle!" dedikten sonra belimden tutarak çığlık atmamı sağlayacak şekilde yukarı kaldırdı ve ata yan bir şekilde oturttu.
CHANGBIN HYUNG BİLE DAHA BENİ KALDIRAMADI AQ
"S-siz!" dememe kalmadan hızla kendi de önüme bindikten sonra direkt atı sürmeye başladı. Şokla beline tutunup, "Ne yapıyorsunuz siz?" diye konuştum kendime engel olamayarak.
"Seni yürütecek kadar vicdansız değilim," diye kestirip attı ve ata verdiği komutla hızlandık. Lanet olsun, birinin iki erkeği böyle görme ihtimalini geçiyordum bir de neden heyecanlanmıştım.