Hayatın bana hiçbir zaman bir mucize vermesini beklememiştim. Her güzel şey için bir bedel ödemiştim. Bu yeri gelince ya canım oluyordu ya da sevdiklerim. Bazen en yakınımdaki insanları kaybetmiştim mutlu olmak için. İnsanlar yatarak hayatlarını düzelteceğini sanıyor. Oysaki hiçbir şeyin düzeldiği yok. İnsanın istediği şeyler için çabalaması gerekiyordu.
Bu sefer öyle olmamıştı. Ben bazı şeyler için çabalamamıştım. Mesela göğsünde uyandığım adamın beni sevmesi için hiçbir şey yapmamıştım ama o beni seviyordu. Aradan geçen yirmi dört yılın inadına hala beni seviyordu. Ben o beşikteki masum kız değildim ama o hala ruhu kirletilememiş küçük adamdı. Kocaman yüreği vardı. Yüzüne baktığımda muhtemelen her gün tıraş olmak zorunda olduğu için cildi biraz bozuktu. Kirpikleri çoğu insanı kıskandıracak türden upuzundu. Bazı insanlar bu uzunluk için para harcıyordu. Saçlarımızın rengi aynıydı. Kapalı göz kapaklarının ardındaki ela gözler benim gözlerimin klonlanmış haliydi. Ona benzediğim için çok mutluydum.
Bizim sadece dış görünüşümüz değil yaralarımız da aynıydı. O da yalnızlığa mahkum edilmişti bende. Onun da bir aileye ihtiyacı vardı benimde. Vatanı için canını yok sayanlardandı o da. Kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biri daha eklenmişti hayatıma. Öyle sevgiye muhtaçtı ki sarıp sarmalamak geliyordu içimden. Hani bir anne çocuğunu ilk kucağına aldıktan sonra ona nasıl şevkat beslerse benimki de o hesaptı. O benim diğer yarımdı. Biz yaralı iki çocuktuk. Yaraları yüzünden büyümek zorunda kalan, hayatın varlığını bile unuttuğu çocuklardık. Yurt köşelerinde bir tas yemeğe mahkum bırakılan, ailesi olduğu halde ailesiz büyüyen kesimdendik. En çok da insan kendi yaralarının yansımasını başkasında gördüğünde yaralarını daha iyi anlıyordu.
Biliyor musun abi? Sen hep varmışsın. Bir yerlerde hep benim yanımdaymışsın. Hani diyordum ya beni kaldıran kendi elimdi diye. Yanlışmış o düşünce. Beni kaldıran senin bana duyduğun o saf sevgiymiş. Kilometrelerce öteden hissettirdiğin o şevkatinmiş. Öyle güzel bir adamsın ki seni tanımadan benim yanımdaydın. Mucizelere inanmazdım ama sen benim mucizemsin abi. Sen içimdeki kanatlarında olan yaralardan uçamayan kuşun ilacısın abi. İyi ki varsın.
Gözleri yavaş yavaş açılırken onu izliyordum. Önce gözlerini yavaşça açtı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdıktan sonra bana döndü. Onu izlediğimi görünce yüzünde anlamlandıramadığım bir duygu oldu. Gülümsedi sonra. Ne demişler? Acısı çok olanın gülüşü güzel olurmuş. Ne temiz bir adamsın be Binbaşı Kağan.
"Günaydın, Karaca'm" dedi uykulu sesiyle.
"Günaydınnn." dedim. Bugün daha bir neşeliydim her zaman olduğumun aksine. O benim yanımda oldukça daha da neşeli olacağımdan şüphem yoktu.
"Ağrın var mı?" dedi. Kafamı sağa sola salladıktan sonra içeri dünün aksine genç erkek bir doktor girdi. Abim yanımdan kalkarak sandalyeye geçti. Ben de hafif yerimden doğruldum. Bu acılara o kadar alışıktım ki hissetmiyordum artık. En kötü olan da acıya alışmak değil miydi sahiden?
"Nasılsınız Karaca Hanım?" dedi beni süzerken. Sanki bir yerimin acıyıp acımadığını kontrol ediyor gibiydi.
"İyiyim teşekkürler." dedim sert sesimle. Yeniden kimliğime bürünmüştüm. Ben sert olmak istemezdim ama hayat buna itmişti beni.
"Dünkü doktor hanım bugün izinde olduğu için ben bakıyorum. İki kurşun çıkarılmış vücudunuzdan. Bir bıçak darbesi, sayısız yüzeysel kesikler ve kemer izleri mevcut. Herhangi bir ağrınız olmadığından emin misiniz?" dedi şüpheyle.
"Hayır ağrım yok. Ne zaman çıkabilirim?" dedim . Yanıma gelerek yaralara bakmaya başladı. En son sırtımdaki yaralara bakarken abimden homurdanma sesleri yükseliyordu. Adam geri çekilince gülümsedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
~Karaca~
ChickLitHayat biz planlar yaparken karşımıza çıkanlardır... Karaca yeni hayatına alışabilecek mi?