Soluğu teklemiş,ciğerleri basınçla şişmişti.
Ayakları bilinmez bir hiçliğe doğru koşuyordu karanlık bir ormanda.Nefesi ciğerlerine kezzap olarak akıyor dağlıyordu.
Ne dizlerinde koşabilecek derman kalmıştı ne aciz ve titrek bacaklarında yere sağlam basabilecek bir direnç.
Duhan,tıpkı kendisi gibi yenik ve bitikti.
Ruh bedene yansıyor da çatlayan tüm noktalarından kırılıp parçalanıyordu.Gece karasındaki ferahlık omuzlarını üşütüyordu.
Sırtından ve ensesinden süzülen ter soğumuş,soğuyan terin üzerinden sıcağı damlamıştı. Kendi terinin rüzgarla dövüşmesi etini ve kemiklerini üşütürken suya hasret kuru dili boğazına çarptı.Bir nefes özgürlüğe diye inledi kendi kendine.
Ayaklarına çarpan ayakkabısı çıplak ayakla giyilmekten sebep topuğunu,parmak ucunu kertmişti.
Oradan akan sıcak ve sulu,tatlı tatlı kaşınan hastalıklı yarayı hissedebiliyordu Duhan.
Ayakkabı her tendonuna çarptığında acıyla ekşiyordu suratı.Kahverengi saçlarının terden yapışan tellerini alnından öteledi elinin tersiyle.
Suya hasret dili kururken nefessizlikle sırtına bir sancı girmiş,karnı ve kasık arasındaki noktaya bıçak saplanır olmuştu.Hayatın için koşmak evindeki spor salonunda ağır tempoda koşu bandında koşmak gibi değildi.
Kulaklarında senfonik bir melodinin yankısı değil geldiğinden beri korktuğu köpek veya kurt sürüsünün avaz avaz uluyuşları hakimdi zira.Duhan gözünden süzülen yaşla birlikte kapkara ormanda yönünü bulamayan bir pusula gibi zikzaklar çizmeye devam etti.
Nereye gidiyordu hatta kendi ekseninde mi dönüyordu onu bile bilmiyordu.Korkuyordu.
Basit bir şakaydı.
Her zaman yapardı.Hem...
Hem onlar böyle şakaları birbirlerine de yaparlardı ki. Mesela bir defasında Zara'da bir mont görmüş epey beğenmişti. Yakışmıştı da üstünde. Hevesle giyinip gitmişti okula.
Tuana kahkaha basıp "Yoksa fakir mi oluyoruz baba?"diye kikirdemişti alayla.
Duhan,o montu sırra kadem bastırmıştı.Ya da mesela dalga geçilirdi.
"Okul başkanı beni seçin kantini Nusret Steak'e çevirelim ,paramız yetmezse babam şirketlerden birini satar."demişti Duhan şakasına aday olduğu seçimde.Elbette belki en az kendileri kadar varlıklı olmasına rağmen onların şımarık ve lümpen birer asalak olduğunu düşünenler de çoktu.
Kayra mesela. Bazen takılırdı onlarla ama asla maddi olaylar konusunda burun sokmazdı.
Üstelik hem annesinden hem babasından nesiller boyu bir varlığa sahipti.
Fransa'da yetişmiş bir dedenin torunuydu,altın kaşıkla doğmuştu.Ecrin de benzeri bir biçimdeydi.
Defalarca kez kavga etmişlerdi sözlü olarak Duhan ve çevresiyle. Arkadaşları olarak davranışlarının itici ve kibirli oluşundan bahsedip laf sokuyordu sürekli kız.Ama hiç bir şakasında böyle bedel ödememişti Duhan.
Çağatay eli kanlı bir manyaktı muhtemelen. Psikolojisini darma duman etmişti iki günde. Bitiriyordu. Umut vermiş,yarı yoldan çevirmişti tutsaklığa.
Prangasız bir esirdi Duhan ve Çağatay tek kelime etmeden onu hapis etmişti Berkan denen çocukla birlikte.Duhan sağına ve soluna baktı.
Heybetli ağaçların savrulan hışırdayan yapraklarının senfonisi,gecedeki kara ve ayın bile cılız vurduğu toprak.
Kökler epey kalındı,ayaklarına dolanıyordu ve düşüyordu.
Yara bere içindeydi dirsekleri ve dizleri.
Bir de kapanmayan o çenesi.Soğukla ürperirken burnunu çekip rüzgarla savrulan ağaçlara bir daha bakındı Duhan.
Keşke "uzun ip belimizde baltalar elimizde biz gideriz ormana hep ormana..."diye ezberleyeceğine izci kampında yıldızlarla yön bulma,yosunlarla hedef oluşturmayı öğrenseydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dehliz
Romance"Beni Maraş dondurmacısının sütlü dondurmayı dövüşü gibi dövmeni istiyorum." "Beni bir apaçinin manitasının ismini ağaçlara kazırcasına kazımanı istiyorum." "Beni Nusret'in bonfile dövüşü gibi dövmeni istiyorum yakışıklı." "Sen kalem ol ben de kağ...