Bu fırtına dinmek bilmez mi?
Bir öpüşsek her şey geçmez mi?
Kendimi adıyorum yoluna
Adına
SanaSen benim söylenmeyen sözlerim
Sen benim unutmadığım ilklerim
Sen benim içemediğim son kadehUzun yolum
Şarkılarım
Sevdiğim"Doydum."dedi Duhan yüzünü ekşitirken ağzına uzatılan böreği reddedip.
"Ye."dedi Çağatay kaş çatıp ısrarla irice bir dilim böreği oğlanın ağzına pek de kibar olmayan bir şekilde ittirirken. "Yesene!"
"İki porsiyon oldu..."dedi Duhan sırıtıp.
"Bu da benden hadi."dedi Çağatay açılan ağza zorla böreği ittirirken.
Duhan gülmesini bastırıp lokmasını çiğnedi zar zor. Hava deli gibi yağmurluydu. Oldukça gri ve kapalı bir hakimdi bugün. Belki ayrılık vaktinin habercisi olan kara bulutlar gibi başında dolanıyordu mevsimin rüzgarları ikilinin.
Berkan arabayı sürerken Çağatay her zamanki külhanbeyliği aksine padişah gibi öne kurulmamış hızlı adımlarla arka koltukta Duhan'ın yanına yerleşmişti. Duhan kendini lahana bebek gibi hissetmekten alıkoyamıyordu zira kat kat idi. Geçen gün yağmurda celallenen kavgaları ile ıslandıkları vakitten bu yana lahana bebek gibi giyindiriyordu Çağatay. Üzerine ince bir triko giymişse de Çağatay oğlanı özenle soymuştu. İnce bir atlet. Üzerine tişört. Üzerine uzun kollu bluz. Onun da üzerine kazak. Onun üzerine de sweatshirt ve nihayetinde kalın içi peluşlu mont...
Duhan hareket edebilmek adına koşu bandında koşup enerji harcar gibi enerji harcamak zorunda hissediyordu kendini. Ama Çağatay ince deri ceketiyle ve incecik bir triko ile etrafta dolanıyordu pekala. Sanki kendisi Havai adasında geçiriyordu kışı, Duhan ise Sibirya yolcusu gibiydi kızak köpekleri ile ilerlemeye hazırlanan...
Lokmasını yutarken ağzına uzatılan meyvesuyu ile göz devirdi Duhan. Bal rengi gözleri kömür gözlere alayla bakarken Çağatay burun ucuyla pipeti işaret edip. "Hadi,seri ol seri."diye homurdandı kendi kendine. Zorla meyve suyunu da içirirken Duhan dudaklarını pipete uzatıp bir yudum çekti meyve suyundan.
Bir gece ayrılacaklardı ve Çağatay deli koyun gibiydi. Gece boyu volta atmıştı durmaksızın. Sabah olunca alarmla gözlerini daha ilk çalışta açmıştı üstelik. Belli belirsiz hissettirilememeye çalışılan bir endişe ile kahve hazırlarken kendine öyle dalmıştı ki su kaynatmayı bile unutup buz gibi suyla kendine kahve yapmaya çalışmıştı. Sanki gözünün önünden gitse oğlan ,bir daha bulamayacakmış gibi hissediyordu. Gözleri gözlerinde ve ellerinde ellerinde olmayan bir kaç saate bile kendini mahrum hissetmekten alıkoyamıyordu.
Duhan derince çekti onun kokusunu içine. Sımsıkılı sarılı kollarını mümkün gibi daha da doladı Çağatay. Gözlerini kaçırıyordu oğlandan sanki bal gözler kömür gözlerle buluşsa koyverip kendini nem dolu bulut gözlerinden yağmurlar akacakmış gibi gizliyordu bakışlarını.
"Sadece...bir gece."diye fısıldadı Duhan burnunu onun dövmeli boynunda gezdirip titrek bir nefes verirken.
Annesi ,onun için gelmişti Rusya'dan. Elbette Duhan annesiyle birlikte yeni evine,yeni kurulan bir ailenin yanına gitmeyecekti. Çerçevesine ait olmadığı bir resimdi bu hayal ancak. Zira Duhan kendini sımsıkı koruyup kollayan ve güvende tutan bir çerçevenin içinden çıkmayacak bir resimdi. O resimde Çağatay vardı. Çerçevesi de oydu,resmin sahibi de oydu. Güvenli hudutlarından değil çıkmayı düşünmek yerinden bir milim bile oynamak istemiyordu bu nedenle. Sıkıca sarıldı sevgilisine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Dehliz
Romance"Beni Maraş dondurmacısının sütlü dondurmayı dövüşü gibi dövmeni istiyorum." "Beni bir apaçinin manitasının ismini ağaçlara kazırcasına kazımanı istiyorum." "Beni Nusret'in bonfile dövüşü gibi dövmeni istiyorum yakışıklı." "Sen kalem ol ben de kağ...