Karanlık.
Hissedebildiğim tek şey karanlıktı. Ağlayamıyordum. Tepki veremiyordum.
Sevdiğim kadın ellerimin arasından alınırken, yapabildiğim tek şey öylece durmaktı.
Bir ameliyathanenin önünde, tüm hayatım tanımadığım ve bilmediğim insanların eline emanetken, yapabildiğim tek şey oturmak ve bembeyaz duvarı seyretmekti. Yasemin'in ağlayışlarını, Antonio, Fabri ve Marco'nun güçlü tutmaya çalıştıkları seslerinin ardındaki korkuyu, endişeyi ve acıyı duyabiliyor fakat hiçbirini hissedemiyordum. Aynı sahne gözlerimin önünde canlanıp duruyordu. Tekrardan. Tekrardan. Tekrardan.
O kahrolası arabanın Flora'ya çarpışı, sert zemine düşüşü... O güzel gözlerindeki canlılığın yok oluşu.
Burada olmamamız gerekiyordu. Evimizde olmalıydık. Kendimi onun güzel, yumuşak teninde kaybediyor olmalıydım. O güzel gözleriyle bana bakıp, kırmızı dudakları arasından hoş bir tebessümle beni ne kadar çok sevdiğini söylemeliydi. Ona, beni asla benim onu sevdiğim kadar sevemeyeceğimi, kalbimin onun sevgisiyle dolup taştığını söylemeliydim. Beni neden bırakmıştı? Onsuz yaşayamayacağımı bilmiyor muydu? Her şey çok daha farklı olmalıydı. Onun bir sahil kenarında, her geçen gün daha büyüyen karnını ve çoğalan mutluluğunu izlemeliydim.
Onu kaybediyor olamazdım.
Evren bu kadar acımasız olamazdı.
Flora bana bakıp kırmızı dudaklarını kıvırdı, gözlerine ulaşan bir gülümsemeyle, inanamıyormuş gibi fısıldadı, "Bir bebeğimiz olacak."
Çarpış. Düşüş.
Bir saat geçti. İki saat. Üç. Beş.
Bakışlarımı duvardan hiç ayırmadım. Benimle konuşmaya çalışanlara tepki vermedim. Aklımda hep aynı sahne canlandı. Bin defa. Beş bin defa.
Çarpış. Düşüş.
Birisi omzuma dokundu, yumuşakça ismimi söyledi. "Fabio." Tepki vermedim. Bakışlarımı duvardan ayırmadım. O kahrolası ameliyathanenin kapısı açılıp, sevgilim bana geri dönmediği sürece kimseyle konuşmaya ihtiyacım yoktu. "Fabio, konuşmamız lazım." Konuşmamız? Hayır. Konuşmamız lazım değildi. Evde olmam lazımdı. Flora ile birlikte. Konuşmam lazım değildi, sevdiğim kadının kollarım arasında olması lazımdı.
Bakışlarımı yine duvardan ayırmadım.. ta ki, tepki vermemi sağlayacak o cümleyi kurana dek. "Bunu kimin yaptığını bulduk."
Tepkisiz bedenime, şu anda sığınabileceğim tek duygu bir anda yüklendi. Öfke. Öfke güvenilirdi. Öfke, içimdeki yangını biraz olsun dindirmeyi başarabilirdi. Kafamı kaldırıp, gözlerimi Lorenzo'ya diktim. Gözlerimde nasıl bir ifade vardı bilmiyordum ama onu tanıdığımdan beri ilk defa Lorenzo Romano'nun irkildiğini gördüm. Artık insana bile benzemeyen, hırlar bir sesle, önemli olan tek soruyu sordum. "Kim?"
İsim Lorenzo'nun dudakları arasından çıkar çıkmaz ayağa kalktım. Koridorun çıkışına doğru bir adım atacakken, sanki birisi beni kolumdan tutmuş gibi adımlarım olduğu yere yapıştı. Nereye gidiyorsun? dedi içimde, sevgilisinin acısını hissetmekten korkarak derinlere saklanmış, o dehşete düşmüş adam titreyen bir sesle. Onu bırakıp nereye gidiyorsun?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEYTANIN PENÇESİNDE (İTALYAN SERİSİ#3)
Romance22 yaşındaki Flora, Del Piero ailesinin en küçük kardeşi olarak el bebek gül bebek yetiştirilmiştir. Artık bu korumalı hayattan sıkılan genç kız, yalnızca bir geceliğine diğer herkes gibi çılgın ve genç olabilmek ister.. Bu masum eğlencenin bir şeyt...