"Tamam, bizimkilerden izin alabildim. Fabio, şimdi bana nereye gittiğimizi söyleyecek misin?"
"Hayır." İfadesiz, aman vermez sesine oflayarak suratımı astım ve kollarımı göğsümde birleştirip, ona alttan bakışlar attım. Bir çocuk gibi davrandığımı biliyordum ama inatla planını söylememesi beni gıcık etmişti.
Abimler hala İstanbul'daydı, bu yüzden bunu kullanıp bir okul semineri için birkaç gün şehir dışında olacağım yalanını atmak pek zor olmamıştı. Marco ve Fabri, Antonio kadar koruyucu ve şüpheci olmadıkları için onları atlatmak kolaydı. Bu iyi bir şey miydi bilmiyordum ama zamanla yalan söylemek konusunda daha da iyi oluyordum.
Ama Fabio inatla nereye gideceğimizi söylemiyordu. Sadece birkaç günlüğüne bizimkilerden izin alıp alamayacağımı sormuştu, o kadar. Bazen ona cidden gıcık oluyordum.
Somurtan suratıma keyifle bakıp gülümsedi ve koltukta yanıma gelip beni kolları arasına çekti. Dudaklarını boynuma bastırdığı anda somurtmam geçmişti ama bunu ona belli etmemek adına kıvrandım. Boynumdaki dudaklarının titremesinden, güldüğünü anlamıştım. Oflayarak kendimi geri çektim, beni gülerek kendisine çekti. "Benim küçük meraklı kızım.." diye alayla mırıldandı. Ona kötü kötü baktım, ama açıkçası keyifle gülen gözlerini görmek beni mutlu etmişti. Dudaklarımı büzüp, "Neden nereye gittiğimizi söylemiyorsun?" diye sızlandım.
"Çünkü bu bir sır," diye bir çocuğa anlatır gibi sıraladı. "Hem birkaç saat sonra yola çıkacağız. Eğer birazcık sabredebilirsen, sevgilime sürpriz yapmama izin vermiş olacaksın."
İçimi çektim. "Peki. Birkaç saat sabredebilirim.." Sonra omuz silktim "sanırım." Gülümsedi ve alnıma bir öpücük kondurdu, sonraki birkaç saatte gerçekten ona bir daha nereye gideceğimizi sormamıştım ama heyecandan ve meraktan içim içime sığmıyordu.
Sonunda valizlerimizi alıp Fabio'nun çağırdığı arabaya binmiştik. Havaalanına yaklaştığımızda heyecanla alt dudağımı ısırdım. Sonunda pistlerin olduğu yerde inmiştik, şoför bizden önce inip, valizlerimizi uçağa taşırken biz de indik.
Normal bir uçağa göre daha küçük olan uçağa bakıp şaşkınca gözlerimi kırpıştırdım. Fabio'ya bir bakış atıp, sesimde beliren şaşkınlıkla, "Özel bir uçağın mı var?" diye sordum.
Bana bakıp gülümsedi, "Sizin yok mu?"
Şey, aslında vardı... Gerçekten ne iş yapıyordu bu adam?
Nereye gittiğimize o kadar odaklanmıştım ki, bunu kurcalamadım bile. Çocuk gibi neredeyse zıplayarak ilerledim ve uçağa bindim. Fabio peşimden geldi, içerisi çok ferahtı. Rahat koltuğa oturup, kemerlerimizi bağladık. Sarışın, uzun ve güzel hostes elinde şampanya tepsisiyle gülümseyerek bize geldi ve şampanyalarımızı ikram edip, "Merhaba, Bayan Del Piero. Bay Vitale, az sonra kalkışa geçeceğiz. Umarım sizin için keyifli bir uçuş olur. Herhangi bir şey isterseniz, emrinizdeyim."
Ben hafifçe gülümserken Fabio rahatça başını salladı. "Teşekkürler Vanessa."
Köklü ve zengin bir aileden geldiğimin farkındaydım ama hala böyle aşırı zenginlikler beni utandırıyordu. Fabio'nun abime ne kadar benzediğini düşünmeden edemedim; ikisi de her ortamda çok rahatlardı. Acaba tanıştıklarında birbirlerinden hoşlanacaklar mıydı? Öyle olmasını umdum. Hayatımdaki en önemli adamların birbirlerini sevmelerini elbette çok isterdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEYTANIN PENÇESİNDE (İTALYAN SERİSİ#3)
Romance22 yaşındaki Flora, Del Piero ailesinin en küçük kardeşi olarak el bebek gül bebek yetiştirilmiştir. Artık bu korumalı hayattan sıkılan genç kız, yalnızca bir geceliğine diğer herkes gibi çılgın ve genç olabilmek ister.. Bu masum eğlencenin bir şeyt...