Rosso'nun minik ellerinden tutmuş, Yasemin gülerek bizi elindeki kamerayla kaydederken, bir çocuk şarkısı eşliğinde dönerek dans ediyorduk. Rosso'nun mavi gözleri neşeden ve gülmekten açılmıştı.
Fabio'yla vakit geçirmeyi çok seviyor ve ondan uzakta olduğum her saniye onu daha da özlüyordum, ama açıkçası ailemle, yeğenlerimle vakit geçirmeyi de çok özlemiştim. En son yorulup kendimi koltuğa attığımda, Rosso sızlanarak, "Hadi Flooora! Bir daha!" diye mızmızlandı.
Yasemin küçük kırmızı fırtınayı kollarının arasına çekip, tombul, pembe yanağına bir öpücük bıraktı. "Anneciğim, rahat bırak halanı. Biraz dinlensin, tekrar oynarsınız." diyerek onu sakinleştirdi, ama Rosso büzülmüş dudaklarıyla annesinin kucağında küskünce otırmaya devam etti. Evdeki herkes onu o kadar seviyor ve şımartıyordu ki, küçük prensesimiz istediğinin yapılmamasına dayanamıyordu. Yasemin bu yüzden bizi bazen azarlıyordu, çünkü bir anne olarak çocuğunun şımarık yetişmesini istemediğini söylüyordu ve büyük bir ihtimalle haklıydı ama Rosso o kadar tatlıydı ki, bir kalbe sahip hiçbir canlının onun parıltılı mavi gözlerini kısmasına ve güzel dudaklarını büzmesine dayanabileceklerini zannetmiyordum. Yasemin artık çikolata yememesini söylediği zaman, küçük afacan ona karşı koyamayacaklarını bilerek Fabri ve Marco'ya gidiyor, sonunda azarlananlar benim zavallı ağabeylerim oluyordu.
Ama en büyük destekçisi babasıydı. Abim kızının tek damla gözyaşına, bu gözyaşı sahte olsa bile, dayanamıyor, anında tüm yelkenleri indirip dünyayı Rosso'nun ayakları altına sermeye hazır oluyordu. Enrico için de durum elbette ki aynıydı ama benim büyümüş küçülmüş olgun yeğenim, küçük kız kardeşi gibi bu durumu çıkarları için kullanmıyordu. Yani, her zaman değil.
Yasemin bana bir bakış attı. "Ee, anlat bakalım. Senin şu gizemli yakışıklıyla nasıl gidiyor?"
Suratım anında kızardı, Fabio'nun bahsinin açılması aşık kalbimin hızlanması için yeterliydi. Derin bir nefes aldım, "Harika." dedim şakıyarak. "Gerçekten... harika. O harika birisi."
"Bir kez daha söylersen harika olduğuna gerçekten emin olacağım." diye alay etti.
Güldüm. "Ama öyle." diye savundum. "Beni dinliyor. Beni anlıyor. Bana asla saygısızlık etmiyor, benim isteklerim her zaman onunkilerden öndeymiş gibi. Kendimi bir prenses gibi hissetmemi sağlıyor.. Onunla birlikteyken, bir peri masalının içindeymişim gibi."
Yasemin bana sevgiyle baktı, "Flora, sen zaten bir prensessin." Gülümsedi, "Sadece.. dikkatli ol, olur mu? Gerçekten iyi birisine benziyor ama kendini hemen kaptırmanı, incinmeni istemiyorum."
"Merak etme. Ben iyiyim."
Başını salladı, bir anda suratındaki gülümseme silinerek elini midesine götürdü ve rahatsızca suratını buruşturdu. "Yasemin? Sen iyi misin?"
"İyiyim.. Sadece iki gündür biraz bulantım var, midemi bozmuş olmalıyım." Suratını astı, "Hain abine uyup diyetimi bozmamalıydım. O Yunan Tanrısı gibi ortalarda dolanırken benim kilo almam haksızlık." Belini gösterdi, "Baksana, ne kadar kalınlaştım!"
Bence gayet iyiydi, yine de ona kıkırdayarak, "Abim yalnızca senin güzelliğini kıskanıyor. Geçen gittiğiniz davette yine sinirleri bozulmuş? Alnına evli olduğunu ve iki çocuk sahibi bir kadın olduğunu yazacağından bahsediyordu.."
Kahkaha attı, "Benim kıskanç İtalyanım!" dedi sesinden dolup taşan bir sevgiyle. Yaklaşık iki saat sonra, abim eve gelmişti. Biz salonda otururken gür sesiyle geldiğini duyurdu. Kollarım arasında kayan gözleriyle sakince oturmakta olan Rosso babasının sesini duymasıyla mavi gözlerini irice açtı ve "Babacığım!" diyerek kendini özlemle abimin kolları arasına attı. Ona gülerek baktım, gören de babasını senelerdir görmüyor sanacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ŞEYTANIN PENÇESİNDE (İTALYAN SERİSİ#3)
Romance22 yaşındaki Flora, Del Piero ailesinin en küçük kardeşi olarak el bebek gül bebek yetiştirilmiştir. Artık bu korumalı hayattan sıkılan genç kız, yalnızca bir geceliğine diğer herkes gibi çılgın ve genç olabilmek ister.. Bu masum eğlencenin bir şeyt...