Herkese merhabalar👋
Uzun bir aradan sonra yine kavuştuk . Ben buradaki yorumları okumayı, cevap vermeyi hatta yayınladığım anı bile çok özlemişim🧡
Hazır konusu açılmışken bununla ilgili ufak bir duyuru yapayım. Her geçen bölümde finale yaklaşıyoruz bildiğiniz gibi. Ben hem bölümlerin içime sinmesi için hem de yazın vakit ayırmak iki kat daha zor olduğu için her zamanki aralıklarında gelmeyebilir. Bu süreyi sizin fark etmeyeceğiniz kadar kısa sürmesi için elimden geleni yapacağım 🙏
Küçük bir sitem daha edip sonlandıracağım. Öncelikle bir sonraki bölüme geçecek kadar okunmaya değer bulup beğenmeyen kişilere bu sitemim. Asla sınır taraftarı olmadım, olmayacağım. Ben kendim için yazıyorum. Ancak sizin tek bir yorumunuz, beğeniniz beni daha büyük bir şevke sürüklüyor. 'Emeğinin karşılığı var' dedirtiyor.
Sizden hayalet okuyucular olmamanızı rica ediyorum ve kocaman öpüyorum 💋🙏
Keyifli okumalar, umarım beğenirsiniz🧡
Avuçları yanağımdaki yerini alırken kahveleri yeşillerime ulaştı büyük bir istekle. Alnını alnıma dayadı, bir melodiden uzakta daha çok yüreğime duyurmak ister gibi devam etti.
"Çünkü sen çölüme yağmur oldun. Sen geceme gündüz oldun..." Nefesi nefesime çarparken devam etti. "Sen canıma yoldaş oldun..."
Affetmek neydi?
Geçirdiğin zamanı, yaşadığın kırgınlığı, sana hissettirdiklerini unutmak mıydı?
Değildi.
Affetmek, hak vermek değildi. Affetmek, sebeplerinin yeterli gelmesi, onu anlaman değildi.
Belki de bu yüzden gözlerinde birikenlerle yana yakıla dilediği bu affın benim nezdimde yanıtı çok basitti. Yüreğim aylardır onun hasretiyle arafta sıkışmışken, bana zaten çok bir şey düşmüyordu. Bana, benim için kendisine olan saygısından bile vazgeçebileceğini söyleyen bu adama karşı düşen belliydi.
Titreyen bacaklarımın beni taşımasını ümit ettiğim dakikalarda alnına değen alnımın usulca ayrılmasını sağladım. Yaşadığım heyecan ve mutluluğun birleşimi olan o garip his ise bütün bedenimi ele geçirmiş, vereceğim bütün tepkilerin önüne geçmişti sanki.
Buna rağmen büyük bir ihtiyaçla "Arslan..." diye seslendim. Titrek sesimin yanında gözümden düşenler göz bebeğini titretti. Büyük bir hızla silmeye, boynuma yol almadan yakalamaya çalıştı göz yaşlarımı.
"Şişştt şişttt..." diye uyarı dolu yumuşacık bir tonla araya girdi. Çenemin altına yerleştirdiği parmakları ile göz göze gelmemizi sağladı. Yanan gözlerim onun kahvelerine tutunduğu anda da yeniden girdi söze.
"Yeterince ağladın zaten." dedi bu durumun onu nasıl derbeder ettiğini sesine yansıtarak. "Ağlattım..." diye devam etti. Parmakları bu sefer de yanağımdaki yeri alırken usulca okşadı. "Şimdi bir kez olsun gül diye yalvarabilirim..."
Sözlerinin en büyük teminatının gözleri olduğunu gösterircesine gözlerime bakmaya devam ederken kırık bir ifadeyle gülümsedim. Bütün uzuvlarım işlevini yitirmiş, bu kapıdan bir şeyler olduğunu anlayarak girmeme rağmen şaşkınlık her yanımı sarmalamıştı. Diğer taraftan burnuma dolan Arslan'ın keskin kokusu ise zaten hızla atan kalbimi şaha kaldırmıştı.
Burnumu çekmeden duramadığım anlarda daha fazla ağlamak istemezcesine dudaklarımı ısırdım. Titreyen ellerimi Arslan'ın yüzüne çıkardım. Dokunuşlarımın etkisini gördüğüm aynı anlarda usulca okşadım tenini. Sakallarında gezdirdim ellerimi uzun uzun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MÂHPARE
General Fiction"Çok mu seviyorsun?" diye sordu Arslan dayanamayarak. Ahsen ise usulca salladı kafasını. "Tamam, gel o zaman." Elini bırakıp Ahsenin korkuyla yere bıraktığı bisiklete yöneldi. Bisikleti kaldırdığında aklından geçenden emin olamadı. Bu bisiklet ikisi...