ep. 19'heal'

613 56 72
                                    

'geçmişi ve günahlarımı al benden... ve iyileştir beni'

****

"Kaybımız kaç kişi?"

"Dört avcı, neyse ki diğerleri içeri girmeden operasyonu durdurabildik. Ancak Tae..."

Tabaktaki bir türlü yiyemediği taneleri çubukları ucunda döndürüp işkence etmeyi bıraktı ve ayaklandı. Kafası daha fazlasını kaldırmıyordu keza istese de dayanamazdı. Kısaca veda edip çıktı eski tip Çin restoranından. Dünün yorgunluğu hale bedenini zorlarken asıl onu çökerten kafasındaki susmayan seslerdi. Belki eve giderken köprü altındaki yola çevirir rotasını, bir kaç poşet marihuna yahut extasy alabilirdi. Jimin'e sert bir dille bir daha bu tür işleri kabul etmeyeceğini belirtmişti, kolay kurtarma tipi planlarda veya savunma bölgelerinde yer almak istediğini de söylediğinden bir kaç gün boş kalacağına emin olmuştu. Jimin onun için şehir sınırındaki yeraltı kurt şehirlerinde anlaşma yapma ekibini ayarlamaya çalışacaktı. Kolay olduğundan değildi bunu tercih etmesi, Jeno ile karşılaşmamak adınaydı. Bahsedilen savaş ise aslında küçük operasyonların tümüydü. Ufak saldırılar birleşecek, nihayetinde asıl ordular halindeki savaş başlayacaktı. Bu savaşta var olup olmayacağı bile meçhulken katılmak istemediğini önceden belirtmeyi unutmadı.

Ezbere bildiği sokakları ayaklarını sürerek yürürken ayağına takılan ufak taşı kendine yol arkadaşı edindi. Küçük taş ayakkabısının ucunda pusulası olurken rögar kapağından aşağı düşmesi ile avcıyı yalnız bıraktı. Dudakları büzülen Jaemin buruk bir tebessüme verdi simasını.

"Sen de çabuk bıraktın beni yol arkadaşım."

Fazla duygusaldı, yalnızlığa alışık olsa da hiç bu denli yapayalnız hissetmemişti. Ağır geliyordu ruhuna, eziliyordu. Düşmek istiyordu lakin kimsenin kaldıramayacağı korkusu ile ayakta durmaya devam ediyordu. Ayakları yara olmuştu hep. 17.yüzyıl Avrupa'sında bir yetim gibi hissetti kendini. Burjuvaların ayakkabıyı bile çok gördüğü küçük yetimler gibi... Batıyordu kırıklar tenine, çiziliyordu, kanıyordu. Lakin ağlayamıyordu da. Kimse duymazdı ya, yalnızca boğazı ağrırdı kimse bakmayacağından da yine çaresiz kalırdı.

Başını kaldırıp gri gökyüzüne baktı. Saat daha erken olsa da hava dumandan kapkara olmuştu. Binaların üzerine yerleştirilmiş keskin nişancılar, sokağın kenarına atılmış cesetler, yerlerdeki kan birikintileri ve burun sızlatan leş kokusu... Şehir düşmüştü, şehir kaybetmişti...

İnsanlar koloniler halinde kaleye gidiyor, teslim oluyordu. Savaşmadan köleleştirilme ancak ahmaklara göreydi ve kimi zaman nefes almaya bile üşenen insanlar için çok da tuhaf sayılmazdı bu eylem.

Köprü altından geçse de yolu bulamadı uyuşturucularını temin eden evsiz adamı. Belki de o da çoktan kaleye giren kölelerden olmuştu. Kim bilir?..

Nihayet apartmanına girmiş olmanın verdiği güvenle üzerindekileri çıkarttı bir bir. Kapısını açtığında üzerinde yalnızca çamaşırı kalmıştı, uyumak için önünde hiçbir engel yoktu.

Bedenini koltuğa bırakıp gözlerini ovuşturdu. Ağrıyordu göz kapakları uykusuzluktan. Belki uzun soluklu bir tur uyku toparlanmasında gerekli anahtardı. Lakin bu hayali saniyeler içinde sona erdi zira bacaklarında hissettiği ağırlık korkuyla ayaklanmasına sebep olmuştu.

"Ne ara uyudum da rüya görmeye başladım ben?"

Kendi kendine söylenmesinin sebebi karşısında gördüğü bedendi. Bu kadarı fazla diye düşünürken ellerini kavrayan eller, alnına değen sıcak dudaklar, ensesine çarpan soğuk nefes fazla gerçekti.

lust °nominHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin