Serinin dördüncü kitabına hoş geldiniz!
Bu kitap kanlı ve +18 sahneler içermektedir...
Keyifli okumalar. <3
-
Adamı tam olarak kalbinden delip ve saniyeler içinde arkasında cansız bir beden bırakmış olan kılıç, parçaladığı etin içinden çekilmesiyle üzerine bulaşan kanları damla damla yere akıtmaya başlamıştı.
Bir şeylerin yanlış gittiğini hisseden ve sesleri duyan Yuna hemen kendini babasının odasına attı. Kapatılmaya bile tenezzül edilmemiş kapının önüne geldiğinde gördüğü manzara karşısında donakalırken adımları kendisi fark etmeden durakladı, gözleri kocaman açılırken dudakları aralandı. Sesi kısık olsa bile şok olmuş olduğu belliydi. "Abi..."
Cael, kız kardeşinin sesini duymasıyla gözlerini kralın cesedinden çekti ve kapıya döndü. Bir yandan da kılıcın üzerindeki koyu kırmızı kanları silmek için ceketinin cebinden temiz bir parça bez çıkarmıştı. "Odana geri git."
Yuna kendini toparlayarak öne doğru küçük bir adım attı. Sakin kalmak için elinden geleni yapıyordu. "Neden böyle bir şeyi yaptın?"
Cael onun sorusunu cevaplamadı, aralarına uzun bir sessizlik girmişti. Böylece birkaç adım daha öne giderek yeniden sordu. "Caelum, cevap ver bana!"
Cael, ağzını açmayacakmış gibi gözükse de Yuna'nın ona yaklaşmasıyla görüş açısına biri daha girmişti. Gözleri şaşkınlıkla bembeyaz giyinmiş o kişinin üzerine giderken onun bir melek olduğunu algılayabildi.
Abisinin yanında duran o melek, anneleriydi.
Yuna onun oradaki varlığını şaşkınlıktan hissedememişti bile ancak onu görmesi daha da çok şoke olmasına ve gerilmesine neden olmuştu. Melek, Yuna'ya karşı birkaç adım yaklaştı. Sesi şefkat dolu olsa bile kulağa sahte geliyordu. "Tatlım, ülkenin durumuna bak. Babanın ölmesi gerekiyordu. Yeni Kral artık Caelum."
Yuna, hiçbir şey diyemedi.
Ülkenin durumunun git gide daha da kötüleştiğinin farkındaydı ancak onu öldüren neden Cael olmalıydı? Neden anneleri, oraya kadar gelmiş olmasına rağmen özellikle Cael'e babalarını gecenin bir yarında öldürtmüştü?
Yuna, bunların cevabını biliyor olsa bile kendine itiraf etmek istemedi. Gözleri yeniden Cael'in üzerine gitti. Ülkenin yeni kralı oydu.
Kralın önünde kardeşleri, çocukları, eşi olsan bile saygı duyman gerekiyordu. Kral, herkesten yüksek ve kutsaldı. Bu yüzden Yuna daha fazla karşı gelmeden Lychinus'un geleneklerine uyarak dizlerinin üzerine çöktü ve başını eğerek yeni bir kral tahta geçtiğinde söylenmesi gereken kutsal sözleri ezberlediği gibi dudaklarından akıtmaya başladı.
Cael onun bu halini görünce kardeşini durdurmak için hemen ona doğru bir adım atmıştı ancak melek Cael'in onu durdurmasına izin vermedi, elini önüne doğru uzatarak daha fazla yürümesini engelledi. "Bitirmesini bekle. Artık kralsın, bu tür şeylere alışman lazım. Kardeşin olsa bile."
Sözler kısaydı. Yuna anneleri Cael'i durdurduğu sırada hepsini okumayı bitirmişti. Yeniden ayağa kalktı ve abisinin önünde, her zaman babasına yaptığı gibi saygıyla eğildi. Onun, babasından çok daha iyi bir yönetici olacağını biliyordu ancak kral olmak demek melek güçlerinin açığa çıkması demekti ve bunun Yuna'yı korkutan birçok etkisi vardı. Cael'in yavaş yavaş babasında olduğu gibi duygusuz bir canavara dönüşmesine ve birkaç senenin ardından da daha fazla omuzlarındaki yükü kaldıramadığı için kafayı sıyırmasını izlemek en son istediği şey bile değildi. Tamamen ayağa kalktı ve son bir kez babasının cansız bedenini baktıktan sonra arkasını dönüp odasına geri gitti.
-
Aradan birkaç gün geçmişti ve aynı sarayda olmalarına rağmen Yuna, abisini taç giyme töreni haricinde yeniden görmemişti. Oldukça meşgul olmalıydı. Halk, yeni kralın geldiğini duymasıyla daha da çok sevinirken ve umutlanırken o nedense bir türlü kendini mutlu hissedemiyordu. Cael'in ne halde olduğunu görme şansı olmamıştı, Orion'a ulaşamıyordu ve... Yine her şeyin iyi olacağına dair umudunu kaybetmemeliydi. İç çekerek saçlarını taramaya devam etti. Aynı anda odanın kapısı açılmış ve içeriye Ace girmişti.
Her ne kadar evlilikleri ertelenmiş olsa bile üzerinden çok uzun bir süre seçmeden evlenebilmişlerdi ancak evlendikten sonra Yuna çoğu zaman Deinde'nin onun için öngörmüş olduğu mutlu evliliğin nerede olduğunu sorguluyordu. Gözlerini çevirip kocasına baktı. Ace kapıyı arkasından sert bir şekilde kapattıktan sonra memnuniyetsiz bir ses tonuyla konuşmuştu. "Hâlâ üzgün müsün?"
Yuna bir şey demedi. Her gün aynı şey oluyordu. Sessizliğini görünce Ace konuya girdi. Sesi sertti. "Daha fazla burada kalmamalıyız. Sarayımıza geri döneceğiz."
Evlendikleri zaman başkente çok uzak olmayan bir yerde onlara saray verilmişti. Yuna prenses olduğu için farklı bir sarayda veya aynı sarayda yaşama arasında bir seçim yapabiliyordu. Her şeyin iyi olacağını ve kendilerine zaman ayırması gerektiğini düşünerek farklı bir saraya gitmeyi uygun görmüştü ancak çok geçmeden, hiçbir şeyin hayal etmediği gibi olduğunu fark etmişti. Böylece, ısrarlarla yeniden ana saraya geri dönebilmişti. Tam o sırada Cael, babalarını öldürmüş ve tahta geçmişti. Taç giyme töreni de bittiğine göre Ace, artık orada durmak için daha fazla sebep görmüyor olmalıydı. Yine de Yuna, yeniden onunla başka bir saraya dönmek istemediği için itiraz etti. "İstemiyorum."
"Senin ne isteyip istemediğini sormadım." dedi Ace, Yuna'nın hiçbir söz hakkı olmadığını düşünüyor olmalıydı. "Yarın buradan ayrılacağız."
Yuna, onu çok uzun zamandır alttan alıyordu ancak son zamanlarda olanların stresiyle olsa gerek daha fazla dayanamayarak ayağa kalktı. Sesi sert ve bakışları keskindi. "Ben bu ülkenin prensesiyim. Benimle bu şekilde konuşamazsın."
Bu Ace'i etkilememiş gibi gözüküyordu, ona doğru bir adım attı. "Ben de senin kocanım. Gideceğiz diyorsam gideceğiz."
Yuna, adamın üzerine doğru gelmesiyle onu yanlışlıkla incitmek istemediğinden dolayı arkasındaki duvara yaslanan kadar geri gitmişti. "... İstemiyorum."
"Neden?" diye sordu Ace adımlarını durdurmadan. Birkaç saniye içinde Yuna'nın yanında bitmişti. Bileklerinden kavrayarak kafasının üzerinde birleştirdi. "Benimle yalnız kalmaktan o kadar çok mu korkuyorsun?"
Yuna onu cevaplamadan bileklerini tutuşundan kurtarmaya çalıştı ancak nafileydi. Ace hem cüsseli hem de güçlü olmasının yanı sıra, normal şartlar altında yarı melek olduğu için ondan daha güçlü olması gereken Yuna'nın gücünü bastırmak için sihir kullanıyormuş gibi gözüküyordu. Yuna'nın gözleri kocaman açıldı. Yasaklı... Sihir mi kullanıyordu?
Sihir kullanımı, Lychinus'da çok önemliydi. Sihrini harcayacak şeylere kullanırsan bile çok büyük cezalar verilirdi. Üstelik bu kişi saraydan birisiyse affedilmezdi. Yasaklı sihirler ise, adından olduğu gibi yasaktı ve cezası ölümdü. Fark edilirse, geri dönüşü olmazdı. Yuna hemen panikle bağırdı. "Ace, dur! Yapma..."
Ancak sözünü bitiremeden yanağının yandığını hissetmişti. 'Şak' sesi odada yankılanırken Yuna neler olduğunu anlamasına kalmadan Ace yeniden ona kızmaya başladı. "Kapa çeneni! Tüm gün bu ülke için çalışıp görevimi yapıyorum ve senin yanına geldiğimde tek yapman gereken şey bana huzur vermek. Karım olduğumu daha kaç kere unutacaksın?!"
Yuna, kafasını çevirip Ace'e ona inanamaz gözlerle baktı. Ace onun duygularını ve düşüncelerini umursamıyormuş gibi gözüküyordu. Daha fazla konuşmadan boştaki eliyle Yuna'nın elbiselerini çözmeye başladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
FantasyHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)