AURAE 3.KISIM

79 6 0
                                    


Azuma onu tutanın kim olduğunu anlamak için arkasını dönerken rüzgârda dalgalanan kızıl saçlarla göz göze geldi.

Saniyeler saatler gibi geçerken vücudundaki kaslar tamamen kasılmıştı. Kalbinin sesi kulaklarında yankılanıyordu. Genç bir erkek sesinin ona fısıldadığını duydu.

"Artık benimsim."

...

Düşünmeden kollarını saran elleri tüm gücüyle itti ve arkasındaki kişinin tutuşundan hızlıca kurtuldu. Birkaç adım öne gittikten sonra tamamen bedenini bu gizemli kişiye dönmüştü.

İlk önce gözleri karşısındaki yirmili yaşlardaki gencin suratındaki nazik gülümsemeye ardından da gökyüzü rengi gözleriyle birleşmişti. Başta kızıl saçların Carla'nın ölmüş babası Sage'e ait olduğunu düşünmüş olsa da karşısında duran bu genci tanımıyordu. Kim olduğunu bilmiyor oluşu daha da çok gerilmesine sebep olmuştu. Genç uzun kızıl saçlarının bir tutamını kulağının arkasına sıkıştırırken kıkırdadı. "Şaka yapıyordum."

"Kimsin?" diye sordu Azuma sesinin bile çıktığına şaşırırken. Cevap beklemediği bir yerden saniyeler içinde gelmişti. "Aurae?"

"Kim?!" ona cevap veren Taedus'a doğru dönerken bu sefer şaşkınlığı Azuma'nın sesine yansımıştı. Aurae kadın değil miydi? Nasıl böyle bir şey mümkündü?

Karşılarındaki genç yeniden kıkırdadı ancak memnuniyetsiz ve canının sıkkın olduğu ses tonundan belli oluyordu.

"Beni bu kadar çabuk tanıyacağınızı düşünmemiştim." Ardından Azuma ve Taedus'un arkasında kalan Ange'e gülümseyerek döndü. Sesine heyecan gelmişti. "Kostümümü beğendin mi? Senin için özenle seçtim."

Ange'in bu yoruma sessizlikle cevap vermesi üzerine Azuma da ona doğru dönmüştü fakat tilki maskesinin altında ne düşündüğü belli olmuyordu. Aurae genç adamın tepkisizliğine daha da çok gülerek devam etti. "İşte tam da bu yüzden onu seçtim." İyice sırıttı. "Sonuçta beni bu şekildeyken incitemezsin."

"Senin kafanı..." Ange'in sesindeki öfke etraflarını saliseler içinde sararken sözleri Taedus'un araya girmesiyle kesilmişti. Tanrının sesi gürdü, her ikisini de bastırmaya yetmişti. "Sen de bizi incitemezsin Aurae, sonuçta Canitia'dayız değil mi? Burada tamamen güçsüzsün." Tanrıçanın ismini ayrıca vurgulamıştı.

Azuma neye şaşıracağını ve neyi sorgulayacağını bilemezken bilinçsizce sordu. "Neredeyiz?"

Sorusuyla, Aurae olması gereken kişi, iki adamı umursamayarak Azuma'nın yanına yaklaştı. "Çok tatlısın..." Sesinde küçük bir acıma vardı fakat sözlerini tamamlamasına kalmadan yeniden geriye doğru adım atmak zorunda kaldı. Azuma uzun bir kılıcın büyük bir hızla tanrıçayla aralarından geçtiğini seçebildi. Hemen ardından Aurae'nin yanağından kanlar süzülerek çenesine doğru akmaya başlamıştı.

Kılıç arkalarındaki bir evin yarı yanmış duvarına saplanırken tanrıça hiç istifini bozmadan gözlerini kaldırdı ve Ange'in maskesine sabitledi. Sırtındaki kılıçlardan birini eline alıp ona doğru fırlattığını fark etmemişti bile. Muhtemelen geriye gitmeseydi tam alnının ortasını delerdi. Yanağından süzülen kanı elinin tersiyle silerken kısa bir kahkaha attı. "Kafayı mı yedin sen?"

"Buraya bir amaç uğruna geldim ve o amaç da ayağıma geldi. Bu fırsatı değerlendireceğim." Ange'in sesindeki öfke tamamen kaybolmuştu, sakin ama tehdit edici bir tonda konuşuyordu. Sırtındaki diğer kılıcı kabzasından tutup kınından çıkardı. Azuma ancak kılıç etraflarındaki loş ışıkları ucuna doğru toplarken işin ciddiyetini az da olsa anlayabilmişti, Ange'in kılıçlarını o ana kadar hiç kullandığını görmemişti sonuçta.

Aurae güldü fakat gülmekten daha çok öksürüyormuş gibiydi. "Ha. Beni burada Canitia'da öldüremezsin ki, ilk önce Tenebrae'ye gitmenin bir yolunu bulmalısın. Gerçek bedenim orada." Ange'i vazgeçirmeye çalışırmış gibi duyulan sözlerine rağmen geri geri giderek eve saplanmış olan kılıcı kütüklerin arasından çekerek çıkarmış ve sıkıca avcuna almıştı.

Ange, Aurae'nin hareketlerini dikkatlice izliyordu. "Sana inanmıyorum."

"Gel de dene o zaman."

Ange herhangi bir harekette bulunmadı. Azuma onları izlerken zamanın neredeyse yavaşladığını hissedebiliyordu. Ange'in nasıl bir hamlede bulunacağını kestiremiyordu fakat Aurae'yi öldürmesini engellemesi gerektiğini biliyordu. Bu yüzden daha fazla beklemeden araya girdi. Zaman kazanması gerekiyordu. "Pardon ama gerçekten neredeyiz?"

Üçü de o gergin ortamda öylesine bir soru sorduğuna inanamazmış gibi Azuma'ya dönmüştü. Azuma diğerlerinin bakışlarıyla her ne kadar yerin dibine girmek istemeye başlamış olsa da meraklı gibi gözükmeye çalıştı. İlk konuşunda Aurae olmuştu, güldü. "Bakın, çok tatlı olduğunu söylemiştim size. Canitia'nın neresi olduğunu bile bilmiyor." Bu arada elindeki kılıcı sallayarak Azuma'ya doğru yöneltmişti.

Taedus, Aurae'nin kılıcı kasıtlı olarak Azuma'ya doğrultup doğrultmadığını bilmiyordu fakat hemen aralarına girip tanrıçayı durdurdu. Azuma onu neredeyse ilk kez tamamen dik ve ciddi bir şekilde dururken görüyordu. Gerçekten bir tanrıya benziyordu. "Canitia bir tür araf, Chydae ve Tenebrae arasındaki diyar. Buraya yalnızca 'geçit'ten geçerken ulaşabilirsin o yüzden başıboş bir yer, tanrısı yok." Açıklamayı yaptıktan sonra Ange'e döndü. "Yani geçit tüm bu zamandır çalışıyordu."

Ange omuz silkti. "Fark etmedim." Yalan söylemiyordu. İki yarı melek yarı şeytan da Aurae'e bakışlarını sabitlediler. Ange ekledi. "Bizi Canitia'da karşılamak istemesinin bir nedeni var. Senin için geleceğimi nerden biliyordun?"

Aurae üç tane yarı melek yarı şeytanın arasında olmanın ona dezavantaj sağladığının farkındaydı, o yüzden kelimelerini doğru seçmek için normalden daha fazla çaba göstermeliydi. "Neden bunu size söyleyeyim ki?"

"Kedilerden biri miydi?" diye sordu Taedus. Sonuçta hayvanları kullanarak yapılabilen sihirler vardı, kedilerden birine onları dinlemek ve takip etmek için sihir yerleştirdiyse onca kedinin içinden fark etmesi çok zor olurdu.

Bu soru Aurae'nin hoşuna gitmemişti ki kaşları hafifçe çatıldı. "... Şu durumdayken yalan söylemenin pek bir manası yok. Evet, kedilerden birinin üzerine sihir koydum. Bundan sonra biliyorsunuz diye bir sonraki sefere yapmayacağımı da düşünmeyin." Elindeki kılıcı kaldırıp Ange'e doğrulttu, sesi ciddileşti. "Tabii buna tekrar gerek olursa... Seni tam burada, şu anda düelloya davet ediyorum. Kazanırsan istediğini almış olacaksın, dediğin gibi yalan söylüyordum. Beni burada da öldürebilirsin. Fakat eğer ben kazanırsam." Kılıcının ucunu bir kez daha Azuma'ya döndürürken sinsice gülümsedi. "Onu bana vereceksiniz. Var mısın?"  

HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin