Azuma kendini gözlerini aralamaya zorladı ancak başaramadı. Suratı başta olmak üzere tüm vücudu sızlıyordu. Yere yüz üstü bir şekilde çakılmış gibi duruyordu ve kollarını ve bacaklarını hiçbir şekilde hareket ettiremiyordu. Uzunca bir süre daha olduğu şekilde kaldıktan sonra sonunda göz kapaklarını kaldırmayı başardı.
Etrafı çok karanlık olmasa da aydınlık da sayılmazdı ancak her yer sisle kaplı olduğundan nasıl bir yerde olduğunu göremiyordu. Ağzında iğrenç bir kan tadı vardı ve tüm vücudu küçük bir kan gölünün içinde yatıyormuş gibi hissediyordu. Vücudunun her yerinde çeşitli kırıklar olduğu kesindi, tamamen parçalanmamış olduğunu şaşırması gerekiyordu. Bir süre boyunca kollarını hareket ettirmeye çalıştı. Bununla beraber hissettiği sızı artsa da onu rahatsız edecek kadar fazla değildi, yalnızca hareket etmek çok zordu.
Birkaç denemenin ardından kendisini yan döndürmeyi başarmıştı. Yüzünün halini kontrol etmek istiyordu ancak o kadar efor sarf ettikten sonra parmağını bile oynatacak enerjisi kalmamıştı. Nefes almaya çalıştı ve beraberinde bir dolu kan kustu. En basit şeyi yapmak bile imkânsız gibiydi. Öksürükleri kesilince olduğu yerde yeniden gözlerini kapattı ve hareketsizce kaldı.
Hâlâ vücudunun tek parça olmasına bakılırsa kuyunun dibi, yukarısından çok uzakta olmamalıydı ancak sis yüzünden hiçbir yer görünmüyordu. Ayrıca o şekilde yattıkça kuyunun serinliği içine işlemeye başlamıştı. Burnuna kan kokusu dışında başka bir nahoş koku da geliyordu. Ne olduğunu anlayamadı.
Yeniden az da olsa düşünmeye başlayabilmesiyle aklına ilk gelen şeylerden biri Cael olmuştu, kalbinde yeniden sızı hissetti ve Altum onu bırakmadan önceki sahne birkaç kez kafasında oynadı. Artık ne düşünmesi ve hissetmesi gerektiğini bile bilmiyordu. Cael Altum'la onu orada gördüğüne şaşırmış gibi gözüküyordu. Meleklerden onu korumak için saraydan yollamış olmasına rağmen melekleri yöneten adama onu verdikten sonra gerçekten ona zarar gelmeyeceğini mi düşünmüştü? Azuma bilmiyordu. Hiçbir şeyi anlamıyordu. Kendi kendine daha fazla ağlayamayacağını söyledi. Kendini daha fazla bir zavallıymış gibi hissetmek istemiyordu. İçinde anlamlandıramadığı bir sinir doğru ve kendini sakinleştirmek için, yapabildiği kadar, derin nefesler almaya odaklandı.
Ange'in dediklerinde haklı olduğu aklından geçti. Her şeye rağmen Orion ölmeyi hak etmiyordu ancak ona düşüncelerini söylediği anda Earlene'in evinden ayrılsalardı o anda kuyunun dibinde olmayacaktı... Ange, Cael hakkında da haklı çıkmıştı. Her ne kadar sonradan fikrini değiştirmiş olsa da en başında Cael onu meleklere vermek için saraya götürmüştü. Sonra yeniden meleklere vermek için Perdita'daki saraya gelmişti. Azuma neden Cael'in ona böyle bir şeyi yapamayacağını düşünmüştü ki? Cael'i ne kadar tanıyordu? Yalnızca birkaç ayı beraber geçirmişlerdi. Ona güvenmek için, üstelik yaşadıklarından sonra, nasıl bir nedeni kalmış olabilirdi ki?
Azuma nefes almanın onu daha fazla zorlamaya başlamasıyla o adam hakkında daha fazla düşünmemeye karar verdi ancak bu seferde aklını Altum doldurmuştu. Tanrıların tanrısının Sai ailesiyle sırf üzerinde deney yapmak için anlaşmış olduğuna inanamıyordu. Düşüncelerini uzaklaştırmak için nefeslerine odaklandı.
Kısa bir sürenin ardından kulağına ürkütücü bir uğultu sesinin gelmesiyle gözlerini yeniden açmıştı ancak sisten dolayı hâlâ hiçbir şey göremiyordu. Başta rüzgârın uğuldadığını düşünse de ardından bir kuyunun dibinde rüzgâr esmesinin çok mantıksız olduğu aklına gelmişti. Uğultuların yeniden kulağına gelmesiyle rüzgârdan çok insan seslerine benzediğini fark etti.
Yoksa... Oraya sıkışmış olan ruhların çıkardıkları sesler miydi?
Azuma tam olarak dipsiz bir kuyunun nasıl işlediğini bilmiyordu ancak ruhların çıkıp Tenebrae'ye gitmesine izin vermiyor olabilirdi ve daha önce içinden geçtikleri lanetli orman gibi ruhların sihrini çekmediğinden, orada ölenlerin ruhları yok olmadan sonsuza dek orada sıkışmış olurdu. Düşüncesi bile daha çok ürkmesine neden olurken seslerin git gide fazlalaşması ona hiç yardımcı olmuyordu. Burnuna gelen nahoş koku da oradan ölen kişilerin cesetlerine ait olmalıydı...
Tam o anda, orada yapayalnız olduğunu fark etti.
Yalnızdı.
Ve bu sefer kimse onu kurtarmak için oraya gelmeyecekti.
İçindeki korku büyürken bir kez daha ölmek istedi. O zaman her şey çok daha kolay olmaz mıydı? Ancak kendisi için böyle bir seçeneğin olmadığının farkındaydı. Bu yüzden korkmanın ona bir fayda sağlamayacağını da biliyordu. Kalkması gerekiyordu. Bir çıkış yolu bulması gerekiyordu. Orada sonsuza dek o şekilde kalmak istemiyordu. Fakat vücudunu bile hareket ettiremezken yapabileceği ne vardı ki?
Seslerin kesilmesiyle gözlerini yeniden kapattı ve yok olmayı diledi.
-
Ange, boyu zaten kısa olan kadını ayakları yerden kesilene kadar yukarıya doğru çekti ve son bir kez daha sordu. "Kuyudan çıkış yolu. Söyle."
Korku, konunun ciddiyetini anlayınca sonunda Deinde'nin bedenine girmeye başlamıştı ancak karşısındakinin bunu fark etmesine izin vermemeye çalışarak yutkundu. "Altum... Öyle bir yeri... Kazmadı."
Ange aldığı cevapla kısa bir süre daha yakasından tutmakta olduğu kadının suratına bakmıştı. Ardından, tereddüt bile etmeden kadını tuttuğu gibi karşısındaki duvara fırlattı. Zaten eski olan evin duvarı, her ne kadar üzerinde sihir olsa da, darbeye dayanamayarak yıkılmıştı. Deinde kendini ağaçlık alanda bulurken beyninin olanları algılamasına kalmadan Ange'in de ortasında kocaman bir boşluk açmış olduğu duvardan çıkarak sakin adımlarla ona doğru geldiğini gördü. Elinde bir hançer tutuyordu. Deinde aldığı darbeyle vücuduna yayılan sızıyı görmezden geldi. Boğazına gelen öksürüğünü zaman kaybetmemek için tutmaya ve aynı zamanda geri geri emeklemeye çalışırken paniklemesiyle dudaklarını yeniden araladı. Hızlı konuşuyordu. "Orayı Altum kazmış olsa bile neden bana çıkış yolunu söylemiş olsun ki? Hiçbir şey bilmiyorum! Gerçekten."
Arkasındaki ağaca çarpmasıyla sözleri kesilmişti. Yeniden ayağa kalkmaya çalıştı ancak vücudunda bu yetecek kadar enerjisi yoktu. Olduğu yerde korkudan kaskatı kesilirken saniyeler içinde Ange dibinde bitmişti. Kısa bir süre daha, yüzündeki sert ifadeyle, ona yukarıdan baktıktan sonra olduğu yerde çömelerek elindeki hançerin ucuyla kadının yüzündeki tülü kaldırdı ve suratını ortaya çıkardı. Kadının suratına dehşete düşmüş bir ifade hâkimdi. Tülü daha da çok kaldırırken konuşmaya girdi. "Deinde, senden ne kadar çok nefret ettiğimi biliyorsun değil mi?"
Deinde herhangi bir cevap verememişti, yalnızca kocaman açılmış gözlerle ona bakıyordu. Ange tülü geriye doğru attıktan sonra hançerin ucunu yeniden kadının çenesine getirdi ve dudaklarına geniş bir gülümseme yerleştirdi. Sesi derin ve ürkütücüydü. Devam etti.
"O yüzden sabrımı zorlama."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
FantasiHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)