ALTUM 1.KISIM

99 16 2
                                    


"Azuma nerede?"

Cael soruyu cevaplamadan önce, hissettiği huzursuzlukla yutkunmuştu. Kafasını başka bir yöne çevirdi. "...Bilmiyorum."

Ange'in ifadesi sertti. Odanın içinde yavaş adımlarla geziniyordu. "Sorumu değiştireyim o zaman. Orion ve... Adı neydi?"

Cael, Ange'in kardeşlerinden bahsetmeye başlamasıyla yeniden ona dönmüştü. Adam, odanın diğer tarafına geçmiş olduğu için yansıyan ay ışığı yüzünü çok daha rahat gözükür bir hale getirmişti. Ona acıyormuş gibi bakıyordu. Kısa bir süre daha düşündükten sonra sonunda aklına gelmiş gibi devam etti. "Yuna. O ikisini kılıçtan geçirmem sence kaç saniyemi alır?"

Bununla beraber Cael hemen ayağa fırladı. Ange oldukça ciddi ve verdiği herhangi bir yanlış cevapla kardeşlerinin cesetlerini önüne atacakmış gibi duruyordu. Her ne kadar ona karşı gelmek istese de bunu yapamadı. Sıkıntıyla başını tutarken kendine olan kızgınlığı ve yaptıklarından ötürü gelen pişmanlık hareketlerinden ve surat ifadesinden belli oluyordu. Ange kısa bir süre onu izledikten sonra yeniden konuştu. "Bir cevap bekliyorum."

Cael ne diyeceğini bilmiyordu. Eğer Azuma'nın nerede olduğunu söylese bu Altum'u daha da çok kızdırmaz mıydı? Kendine ne olacağı umurunda değildi, korumak için her şeyin vazgeçmiş olduğu kardeşlerinin kılına zarar gelmesini istemiyordu. Bir kez daha derince bir nefes alıp verdi. Sonuçta Altum bir tanrıydı, onu kızdırırsa Ange'in yapabileceklerinden daha fazlasını yapma kabiliyeti vardı. Sesi kısık çıktı. "Bilmiyorum."

Ange duyduklarıyla kollarını birbirine bağladı. "Bu durum altında hâlâ yalan söyleme cesaretini gösteriyor musun?"

Sözleri bittiği anda harekete geçmesine kalmadan odanın kapısı açılmıştı. Cael'in kasları daha da çok gerilirken kapıdan gelen adımlar git gide daha da yakınlaştı ve yatak odasının önünde durdu.

Yuna, elinde küçük bir mumla karşılarında belirmişti. Yüzünde küçük bir şaşkınlık olsa bile ciddi gözüküyordu. Gözleri Ange'in üzerindeydi.

Cael'in beyni daha öncesinde tamamen farklı şeylere odaklanmış olduğu için fark etmemişti ancak tam o anda Ange'in oraya geldiğinde kendi varlığını gizlememiş olduğunu anladı. Buna rağmen kralın odasına kadar çıkabilmişti. Bunu özellikle kardeşlerini oraya çekmek için yapıp yapmadığını merak etti. Yuna, bir yarı melek yarı şeytanın varlığını hissettiği gibi odaya gelmiş olmalıydı sonuçta. Ona tam gitmesini söyleyecekken Ange ondan daha hızlı davranarak ceketinin iç cebinden çıkardığı hançeri kız kardeşinin boynuna dayadı. Yuna'nın elindeki mum yere düşerken Cael'in gözleri kocaman açıldı, olduğu yerde kalakaldı.

Yuna, Lychinus'un prensesi ve yarı melek olarak kendini korumayı çok iyi biliyordu. Normalde birinin onu o şekilde kullanmasına asla izin vermezdi ancak Ange'in varlığı bile onu ezmeye yetmişti. Parmağını oynatmaya cesaret edemedi. Ange ise gözlerini yeniden Cael'e döndürmüştü.

Cael bir kez daha Ange'le göz göze geldi. Hançer, Yuna'nın boynuna girmek üzereydi. Bir kez bile tereddüt etmeden dudaklarını araladı. "Altum onu kuyuya attı."

Genç adamın sesi odada yankılanırken aralarına uzun bir sessizlik girmişti. Saniyeler geçtikçe Yuna daha da çok gerilirken Ange, en sonunda sertçe onu bıraktı ve karşısındaki krala doğru bir adım attı. "Ve sen de öylece izledin mi?"

Cael buna herhangi bir cevap vermedi, veremedi. Ange onun bu belirgin sessizliğinin üzerine birkaç saniye boyunca sakince durduktan sonra aniden onu yakasından tuttuğu gibi arkasındaki duvara çarpmıştı. Cael, ona karşı gelmek için herhangi bir hamle yapmazken Ange onu canını yakacak şekilde daha da çok duvara itti ve çenesinden tutarak kendisine bakmaya zorladı. "Azuma'yı oradan çıkardığımda verdiğin tüm kararlardan pişman olacaksın."

Cael, oradan çıkmanın imkânsız olduğunu bilse de Ange'in söyleyiş şekli sanki birkaç saat içinde onu oradan çıkarabilecekmiş gibiydi. Azuma'nın oradan çıkabilmesini o da diliyordu, çoktan vermiş olduğu kararlardan pişman olmuştu. Böyle olacağını tahmin etse yapmış olduğu seçimleri hiç yapar mıydı? Ancak artık olan olmuştu...

Ange onu sertçe bıraktıktan sonra sinirle girmiş olduğu pencereden geri çıktı. Cael ise olduğu yerde kalmıştı. Artık ne yapması gerektiğini kendisi bile bilmiyordu.

Olduğu yerde kaskatı kesilmiş olan Yuna, Ange'in ayrılmasıyla hemen kendine gelerek abisine doğru koştu. Sesi hafifçe titriyordu ve endişesi belli oluyordu. "Cael! İyi misin? O kimdi?"

Cael ona durmasını işaret etti. Sesi boğuktu. "Odana dön."

Yuna için oraya gelmesiyle abisini kötü bir durumda bıraktığını anlaması zor değildi ancak kafasında bir sürü soru işareti vardı ve soruları cevap bulana kadar oradan ayrılmaya niyeti yoktu. Aceleyle sormaya devam etti. "Azuma'ya ne oldu? Altum..."

Cael yeniden onu durdurmuştu. Bu sefer sesinde emir veren bir ton hâkimdi. "Odana dön."

Yuna abisinin bir anda o kadar sertleşeceğini düşünmediğinden olduğu yerde şaşırarak birkaç saniye boyunca kalakalmıştı ancak neler olduğunu öğrenmek istiyor olsa bile bir prenses olarak kralın emirlerine karşı gelemezdi. Abisinin ne yaşadığını bilmiyordu, ona yardım etmek istiyordu ancak Cael onlara hiçbir şey anlatmadığı sürece bu mümkün değildi. En sonunda daha fazla Cael'i zorlamadan odasından yavaş adımlarla çıktı. Abisinin belki de biraz zamana ihtiyacı vardı.

-

Ange, Lychinus sarayının altında lanetli bir kuyu olduğunu biliyordu. Kimse kuyunun neden orada olduğunu ve sarayın böyle lanetli bir yerin üzerine kurulmuş olduğunu bilmese bile o ana kadar bunu araştırmaya cesaret gösterememişti.

Kuyunun bilinen hiçbir çıkış yolu yoktu. Bu yüzden Ange, Cael'in sözlerine güvenip oraya gitmeden önce yeterince bilgi toplaması ve Azuma'nın gerçekten de orada olduğuna emin olması gerekiyordu. Cael ona yalan söylüyormuş gibi gözükmüyor olsa da onun kuyuya gitmesini sağlamak için böyle bir şey uydurmuş da olabilirdi. Dikkatli olması lazımdı.

Bunları düşünürken melekler onun oradan olduğunu fark etmeden önce kendi varlığını gizledi ve Lychinus'un sarayının bahçesinde volta atmaya başladı. En sonunda aklına kuyuyla ilgili bilgisi olabilecek birinin gelmesiyle durakladı ve yürüdüğü yönü değiştirdi.

Birkaç dakikanın ardından sarayda yaşayan çoğu kişinin haberinin bile olmadığı o ahşap evin önüne gelmişti.

Ev oldukça eski olsa bile garip sihirlerle ve mühürlerle korunuyormuş gibi gözüküyordu. Bir saniye bile duraklamadan tüm gücünü kullanarak kilitli kapıyı kırarak açtı ve içeriye daldı. Bununla beraber dağınık eşyaların ve sönük bir şekilde yanan mumların arasındaki rengi solmuş koltukta oturan ev sahibi hemen kapıya doğru dönmüştü, birinin girdiğini görünce saçlarıyla beraber geriye atmış olduğu ince, siyah tülü yeniden suratının önüne sarkıttı.

Ange bunların hiçbirini ve etraftaki eşyaları umursamadan kadının üzerine yürüdü ve yakasından tutarak kadını kaldırdı. Kadının neler olduğunu anlamasına izin vermeden konuya dalmıştı. Sesinden her an patlamak üzere olduğu belli oluyordu. "Altum'un kazdığı o kuyunun çıkış yolunu söyle."

Kadın hareketsizce olduğu şekilde donakalmıştı. Kesinlikle birinin onu o şekilde ziyaret etmesini beklemiyordu. Olanları algılayabilince Ange'in kolunu onu bırakması için sıkıca kavradı ve ittirmeye çalıştı ancak Ange, yakasını bir türlü bırakmıyordu. Bir süre daha denedikten sonra sonunda pes etti. Konuşmadan önce iç çekmişti. Sesi sert ve daralmış çıkıyordu. "Bir kadına bu şekilde yaklaşılmayacağını bilmiyor musun? Bırak beni."

Ange, onun yakasındaki tutuşunu daha da sıkılaştırdı. Kadın, kıyafetinin yaka kısmının boynunu rahatsız edici bir şekilde sıkmaya başladığını hissedebiliyordu. Sinirle çıkıştı. "Delirdin mi sen?! Bırak beni dedim."

Ange, boyu zaten kısa olan kadını ayakları yerden kesilene kadar yukarıya doğru çekti ve son bir kez daha sordu.

"Kuyudan çıkış yolu. Söyle."

HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin