Altum tuttuğu kafayı Ange'in ayaklarının dibine doğru attı. Kafa, arkasında kan izi bırakarak ona doğru yuvarlanmış ve tam önüne geldiğinde durmuştu. Ange gözlerini indirerek ona dönük olan surata baktı.
Gözleri, Jue'nin donuk ve hareketsiz duran gözleriyle birleşti.
Adam ölmüştü.
Ange'in ifadesi değişmedi, yeniden kafasını Altum'a çevirdi. Altum'un suratında hâlâ büyük bir gülümseme vardı. Giydiği, altın iplerle süslenmiş beyaz pelerininin içinden küçük bir şişe çıkardı ve içindeki sıvıyı göstermek için salladı. "O bana küçük bir iyilik yaptı, ben de karşılığında ona yıllardır aradığı şeyi verdim: ölüm."
Geçmişte yaptığı hatalar sonucunda melekler Jue'yi cezalandırmak için üzerine iki tane lanet yerleştirmişlerdi. Biri asla yaralarının ne olursa olsun iyileşmemesi içindi, diğeri ise ölümsüzlük lanetiydi.
Ölümsüzlük laneti başta kulağa kötü gelemse de ilk lanetle birleştiğinde tahammül edilemez bir hal alıyordu. Üstelik Jue bir insandı, diğer varlıklara göre daha dayanıksız bir vücudu vardı. Yıllardır acı çektikten sonra ölmek için bin bir türlü yol aramış ancak hiçbir şey bulamamıştı.
Meleklerin koyduğu lanetler yalnızca tam olarak Astra'nın tanrısı tarafından kaldırılabilirdi ve Jue, binlerce kez Altum'dan bunu istemişti. Altum'un tek yaptığı ise onu her gördüğünde ona işkence etmek ve daha da çok acı çekmesini sağlamak olmuştu. Jue'nin verdiği teklifleri bir kez bile dinlememişti. Bunun üzerine Jue tüm hayatını nasıl ölebileceğini araştırırken meleklerden ve tanrılardan kaçmaya adamıştı. Ta ki Ange onu Perdita'daki saraya kapatana kadar.
Ange, Jue bilmemesi gereken konular hakkında çok fazla bilgisi olduğundan ortalıkta o şekilde dolaşmasını bir tehdit olarak görmüş ve onu öldüremediği için sarayın yemekhanesine kapatmıştı. Jue de bunu fırsat bilerek sarayı meleklerin ve tanrıların ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar bulamayacakları bir yer haline getirmiş ve çalışmalarına orada devam etmişti.
Altum, Ange'in o sarayda olduğunu öğrenince her ne kadar Sai ailesinde uğraşması gereken işler olduğundan ve Ange'i tutabilmenin başka yolu olmadığından Taedus'u Ange'i alması için oraya göndermiş olmasına rağmen işlerini bitirdikten sonra geri dönüp sarayı incelemiş ve Jue'nin orada olduğunu görmüştü.
Eski zamanlardaki gibi ona işkence etmeye zamanı yoktu, bu yüzden onu o anlık orada bırakmayı planlamıştı ancak saraydan çıkmadan önce burnuna Letum Çiçeği'nin kokusunun gelmesiyle merakı artmış ve Jue'nin yanına gitmişti. Oraya gittiğinde bulmadığı beklemediği bir icatla karşılaşmıştı.
Letum Çiçeği'nin artık yeni bir formu vardı. İnsanlar yerine yarı şeytanları etkiliyordu.
Jue, çiçeği her türü etkileyen hâle getirmeyi planlıyordu. İşe yarı şeytanlarla başlamıştı. Ne kadar işe yarar olduğunu bilmiyordu ancak çiçekteki değişim Altum için fark edilebilirdi. Bu yüzden Jue'yle konuşup onunla anlaşmış ve eğer Letum Çiçeği'ni yarı melek yarı şeytanları öldürebilen bir hâle getirirse ona istediğini bahşedeceğini söylemişti.
Jue, böyle bir teklifi geri çevirir miydi?
Onca yıl boyunca nasıl ölebileceğini aradıktan sonra fırsat ayağına gelmişti. Altum'un teklifini hemen kabul etmiş ve yalan söylemediğine emin olmak için onunla bir kan anlaşması imzalamıştı. Eğer kan anlaşması bozulursa, her ikisinin de başına hayal edemeyecekleri kadar kötü şeyler gelecekti.
![](https://img.wattpad.com/cover/283798678-288-k577021.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
FantasíaHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)