Sırtüstü tamamen yere serilirke kanın akışını azaltmak için boynunu daha da sıkıca kavradı. Bir tanrının kılıcı tarafından yaralandığından ötürü, her ne kadar kılıç kendisine ait olsa da, yarayı iyileştirecek gücü yoktu. Daha fazla görünüşünü o şekilde tutması gereksiz olduğu için sihir harcamayı bıraktı ve bedenin asıl haline dönmesine izin verdi. Saniyeler içinde kırmızı saçların yerine kumral büklelere bırakırken bedeni kıyafetlerinin arasında küçülmüştü. Ayakkabıların altında ezilen yaprakların sesi kulağına gelene kadar o şekilde kaldı. Kısa süre içinde sesler ona yaklaşmış ve dibinde durmuştu. Altın rengi gözlerini kaldırıp gelenin kim olduğuna baktı.
"Sen bundan daha güçlüsün." Adamın sesi boş arazide yankılanmıştı. Eğilerek tanrıçaya boynuna bastırması için bir kumaş parçası verdi fakat nezaketi Aurae'yi etkilememişti. Boştaki eliyle kılıç formuna geri dönüşmüş olan tırpanı alarak böyle bir yorumda bulunmaya tenezzül eden adama fırlattı. Adam kılıcın gazabından son anda kaçmıştı. Sinirlerdi, gözlerini yerde tir tir titremeye devam eden tanrıçaya dikti. "Aradan yüzyıllar geçti, neden ondan hâlâ bu kadar korkuyorsun?"
Aurae karşısındakinin yorumuna hafifçe gülmüştü. Nefeslerini düzenlemeye çalışırken belirtti. "Kapa çeneni, sanki sen farklı bir durumdasın."
Adam, tanrıçanın zorla ayağa kalkmasını izlerken ne bir harekette bulundu ne de tekrar dudaklarını araladı. Tanrıça üzerine büyük gelen ceketi çıkardıktan sonra boynundaki yaraya bastırdı ve çok uzağa gitmemiş olan kılıcını yeniden eline çağırdı. Sinirle ve nefretle belirtirken sesindeki korku hâlâ tamamen geçmemişti. "Hepsini öldüreceğim. O çocuk, Ange, Taedus... Hiç birini artık burada istemiyorum."
Biraz uğraşması gerekse de bunu başarabilecek kana sahipti. Adama tekrar döndü. "Daha iyi bir plan yapmamız lazım, gidelim buradan."
Adam, tanrıçanın sözünü ikiletmemişti.
-
"Sana yasaklı sihir kullanmayı bırakmanı söylemedim mi?" diye sordu Taedus. Sesi endişeli olmasına rağmen bir o kadar da kızgın çıkmıştı, Azuma'yı bırakıp Ange'e daha da çok yaklaştı. Saraya gelmeleriyle genç adam suratına yeniden sihir kullanmaya başlamıştı ve gözleri normale dönmüştü. "Tek başına neden ışınlandın?"
"Şu anda bunu konuşmanın sırası değil." Ange onu yavaşça itmişti. Her zaman bu tür konulardan sıyrılmaya çalışması Taedus'un sinirlerine dokunuyordu fakat Azuma'nın yanında daha fazla onu küçük bir çocukmuş gibi azarlamak da istemiyordu. Yalnızken konuşmaları daha iyi olurdu. Başının ağrıdığını hissetti, o gün çoktan bir ayda yaşamadığı kadar aksiyon yaşamıştı. Dinlenmek istiyordu. Azuma'nın Ange'e dikkatle baktığını fark edince o ikisinin arasındaki meselenin hâlâ çözümlenmemiş olduğunu hatırladı. Ange'e kısa bir bakış attı. "Sizi yalnız bırakayım."
Bu ikisinin de beklememiş olduğu bir hareketti, Taeudus'un Ange'i biraz daha sorgulamayacağını düşünüyorlardı fakat muhtemelen hepsinin çok yorulmuş ve gergin olduğu düşünülürse o anlık genç adamı rahat bırakmayı tercih etmesi de anlaşılabilir bir durumdu. Taedus salondan ayrılırken Ange kısa bir süre gözlerini kapatıp başını tuttu, ardından da Azuma'ya döndü. En azından problemlerinin birini o anda aradan çıkarabilirdi.
Azuma onu inceliyordu fakat adamın ona baktığını fark eder etmez yanaklarına renk gelmişti, gözlerini kaçırdı. Aslında sormak ve konuşmak istediği o kadar çok şey vardı ki, ancak ettikleri kavgamsı şeyden sonra kendini bir türlü konuşmaya zorlayamıyordu.
Ange arkasını döndü ve dışarıya bakan sütunlardan birine sırtını yaslayarak oturdu. Ay ışığı yüzünün bir kısmını aydınlatıyordu, ona bakmıyor olmasıyla Azuma yeniden gözlerini genç adamın suratına sabitlemişti. Beyaz ışığın altında neredeyse parlıyordu, gözlerini bir türlü ondan çekmeyi başaramıyordu. Bir süre o şekilde kaldıktan sonra dışarısının da görüş açısına girmesiyle gece olduğunu fark etmişti. Uzun süredir 'Canitia'da olmalılardı.
Azuma Ange'e yaklaşmadan önce etrafına bakındı, birkaç kedi etrafta uyuyordu fakat önceki kadar fazla değillerdi. Derin bir nefes alıp Ange'e doğru bir adım attı. Tam o sırada genç adamın sesi boş salonda yankılanmıştı.
"Gelip otursana."
...
Azuma ne yapmak üzere olduğunu unuttu.
Ange'in sesi nazikti fakat Azuma'nın daha önce duymadığı bir tonda çıkmıştı, neredeyse onun oraya oturması gerçekten istiyormuş gibiydi.
Azuma'nın herhangi bir harekette bulunmamasıyla Ange başını döndürdü ve arkasında donakalmış olan çocuğa baktı. Bununla Azuma birden paniklemeye başlamıştı, avuçlarının terlediğini hissetti. Kalbi göğsünden çıkacakmış gibi atarken nereye bakması gerektiğini bilemeyerek gözlerini önce gökyüzüne, ardından tavana, sonra Ange'e, sonra sütunlardan birine, sonra yeniden Ange'e sabitledi. Eli ayağına karışmıştı, ne diyeceğini bilemedi. Bir anda sözcükler ağzından çıkıverdi. "Saçların yasaklı sihir kullandığın için mi git gide beyazlıyor?"
Ange aslında Azuma'ya biraz sataşmayı düşünüyordu fakat sözlerini duyunca dudaklarını oynatmadı. Azuma devam etti, git gide paniklemiş bir hale bürünüyordu. Kafasında sözcükler karıştı. "Aurae... Öleceğin hakkında bir şeyler de dedi, neden bu kadar fazla kullanıyorsun? Ve tam olarak neyden bahsediyordu? Ve neden onu öldürmedin? Bir kukla kullanmıyordu sonuçta, oradaki kendisiydi değil mi? En başında neden yalnız gittin ki?"
Her şeyi tek bir nefeste söylemişti. Düşünmeden kelimelerin dudaklarından çıkmasına izin veriyor olduğu belli oluyordu, her ne kadar sormuş olduğu konuları gerçekten de merak ediyor olsa da o anda söylemek istediklerinden hiçbiri bunlar değildi. Ange'in ona yalnızca düz bir suratla baktığını görünce çok fazla konuştuğunu fark ederek sustu.
Ange, Azuma'nın durduğunu görünce iç çekerek oturduğu yerden kalktı. "... Çok hızlı konuşuyorsun."
Azuma, genç adamın kalkmasıyla beraber gözlerine doluşmak üzere olan yaşları saklamak için hemen arkasını dönmüştü. Tamamen sessizleşirken ne demesi gerektiğini bilmiyordu. Ange onu omzundan tutup yeniden ona doğru döndürürken neredeyse yerinde zıplamıştı. Sonraki saniye Ange'in dudaklarını kendininkilerinin üzerinde hissetti.
Olanları algılayamazken gözleri kocaman açılmıştı. Herhangi bir tepki veremedi, yalnızca Ange'in onu istediği gibi öpmesine izin vermişti. Uzun veya tutkulu bir öpücük değildi, karşısındaki adam kısa sürede onu bırakmış ve gözlerini onunkilerle birleştirmişti. Azuma'nın şaşkınlıkla ona baktığını görünce dayanamadı. "Ne o? Beni bir öpücükte kendinden geçecek kadar çok mu seviyorsun?"
Azuma gözlerini istemsizce kaçırırken kıpkırımızı kesilmişti. Birkaç adım geriye gitti ve uzunca süredir tuttuğu nefesini vermeye çalıştı fakat başaramadı. İçinde bir anda gelen öfkenin biriktiğini hissedebiliyordu fakat ne demesi veya nasıl bir karşılık vermesi gerektiğini, Ange'in tam olarak ne yapmaya çalıştığını anlamadığından olsa gerek, bilmiyordu da. Eli o fark etmeden dudaklarının üzerine gitti, kaşları çatılmıştı.
Onun halini görünce Ange sessizce kırkırdamıştı fakat Azuma'yı daha fazla sinirlendirmek ya da germek de istemiyordu. Uzatmadan konuya girdi.
"Sabah yanına... Senden özür dilemek için gelmiştim."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
FantasíaHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)