Aradan birkaç gün geçmişti. Earlene Jue'nin kafasıyla ne yapacağını bilemediğinden oturma odasındaki masanın üzerine bırakmıştı. Bir süre sonra, en sonunda Ange ortalıkta kafa görmekten bıkmış olduğu için onu masadan alarak sinirle bahçede yakmıştı. Böylece Jue'nin kalan son parçası da küllere dönüşmüştü.
Taedus ise uyanmış olmasına rağmen hâlâ tamamen kendinde değildi ve sihir kullanabiliyormuş gibi gözükmüyordu. Her ne kadar yarı melek yarı şeytan kanı başta bir çözüm yoluymuş gibi gözükse de panzehre ihtiyacı oldukları o noktada kesinleşmişti ve Jue ölmüşken böyle bir şeyi nereden bulabilecekleri hakkında fazla bir fikirleri yoktu. Yine de en azından Taedus, sistemine daha fazla kan almasına gerek kalmadan uyanık durabiliyormuş gibi gözüküyordu. Yeniden bayılmamış veya bilincini kaybetmemişti.
Ange, Taedus'un durumunda artık fazla bir değişiklik olacağını düşünmese de ani karar vermeden önce birkaç günün daha geçmesini beklemenin ellerindeki en iyi seçenek olduğunun farkındaydı ancak bir yandan da Azuma vardı...
Taedus sihir kullanamadan kuyuya atlamak kesinlikle gereksiz tehlike almak olurdu. Bunu biliyor olmasına rağmen Ange Taedus'un durumunun ilk günlere nazaran daha iyi olmasıyla ona olanların ve Altum'un yaptıklarının kısa bir özetini geçmişti.
"Lanetli kuyu mu?" Taedus şaşırmış gözükmüyordu. Arkasına yaslanıp kısa bir süre düşündü. "Orayı oluşturanın Altum olduğu düşünülürse daha farklı çıkış yolları da olmalı."
Taedus, orayı Altum'un inşa ettiğini söylemesiyle Ange tahminlerinin doğru olduğunu anlamıştı. Altum oraya tanrı güçlerini kullanamaz bir durumda düşeceği bir durum oluşursa diye yalnızca kendisinin bildiği farklı çıkış yollarını da koymuş olmalıydı. Ange sordu. "Daha önce hiç oraya gittin mi?"
Taedus onun sorusunu cevaplamadan önce gereğinden fazla düşünmüştü. "Bir kere."
Ange kaşlarını kaldırıp ona baktı. Bunun hakkında bir bilgisi yoktu ve Taedus fazla bir bilgi vermek istemiyormuş gibi gözüküyordu. Yine de Ange'in suratındaki ifadeyi görünce ona bir açıklama yapma zorunluluğunu hissetmesiyle dudaklarını araladı. Sesi daha öncekine göre çok daha ciddi çıkıyordu. "Ange, özür dilerim."
Ange kısa bir süre sessiz kaldıktan sonra onu cevapladı. Tam olarak ne için özür dilediğini biliyordu. "Daha fazla özür dilemene gerek olmadığını kaç kere daha söylemem gerekiyor?"
"Yaptıklarım o kadar kolay affedilebilecek şeyler değiller." Taedus gözlerini karşısında oturan adamdan çekerek pencereden dışarıya dikti ve devam etti. Ange'in yeniden konuşmasına izin vermemişti. "O kuyu... Altum'un Eleanore'u attığı yer."
Ange, Taedus'un aniden böyle bir şeyi demesini beklemiyordu. Şaşırmıştı. Konuşmaktan vazgeçerek dudaklarını kapattı. Daha önce Eleanore'la kendisi hiç tanışmamış olsa bile onun Taedus'un eski karısı olduğunu biliyordu, o da bir yarı melek yarı şeytandı ve eskiden Taedus Altum'un onu kontrol etmek için Eleanore'u kullandığından bahsetmişti. Taedus karısını onun elinden kurtarmak için her şeyi yapmış olsa da Eleanore en sonunda ölmüştü ancak ona hiçbir zaman nasıl öldüğünü veya ne olduğunu söylememişti...
Tanrı, sözlerine devam ederken sesi oldukça keyifsizdi. "Ancak bunu bilmiyordum. Altum'un onu oraya attığını öğrendiğimde düşünmeden kuyuya indim... Eleanore'u yalnızca kuyuya atmakla kalmamış aynı zamanda duvarlardan birine zincirlemişti."
Taedus yeniden Ange'e döndü. Yüz ifadesinden geçmişte yapmış olduğu çoğu şeyden pişmanlık duyduğu belli oluyordu. "... Zincirlerin üzerinde özellikle sihir kullanmasını engellemek için mühürler kazınmıştı."
Daha fazlasının söylenmesine gerek yoktu. Taedus yeterince bilgi vermişti. Eğer Altum bir yarı melek yarı şeytanın sihir kullanmasından korkup böyle bir şeyi yapmışsa bu o kuyuda sihir kullanılabileceğinin ve çıkış yollarından birinin de sihir kullanmaktan geçtiğinin en büyük işaretiydi. Hemen ayağa kalktı. Taedus, Ange'in düşüncelerini okuyormuş gibi ekledi. "Yine de ben iyi olmadan oraya gitmemeni tavsiye ederim."
Risk çok büyüktü fakat Ange o şekilde beklemekten sıkılmıştı. Taedus devam etti. "Son zamanlardır çok fazla yasaklı sihir kullandın. Ruhun zayıf. Oraya gitsen bile elinden bir şey gelmeme ihtimali oldukça büyük. Eğer Azuma gerçekten de oradaysa, oradan çıktığında sana ihtiyacı olacak. Bu yüzden kendini daha fazla yıpratmamalısın."
Taedus dediklerinin resmen Azuma'yı bir süre daha orada acı çekmeye bırakmaları gerektiğiyle aynı yere geldiğinin farkındaydı ancak kuyunun dibinde sihir kullanılabilecek olunsa bile bunun ne tür bir sihir olacağını bilmiyorlardı. Aynı zamanda muhtemelen sihir kullanılmayı engellenen daha güçlü sihirler veya mühürler vardı. Eğer çıkmak için yasaklı sihirler kullanılması gerekiyorsa Ange'in ruhu bunu daha fazla kaldıramazdı. Ange de bunun farkında olduğu için ısrar etmeden duraklamıştı. Kısa bir sessizliğin ardından sordu, sesi düzdü. "Panzehri nasıl bulacağız?"
Bu tamamen ayrı bir problemdi. Soruyu duymasıyla bir süredir kenardan onları sessizce dinleyen Earlene konuşmaya katıldı. "Aurae."
Aurae'nin ismini duymalarıyla iki adam da tamamen sessizleşmişti.
Jue, Aurae tanrı olmadan önce onun için çalışıyordu ve Earlene'le Ange'in bildiklerine göre Jue bilgilerinin çoğunu Aurae'ye de öğretmişti. Eğer Jue dışında böyle bir iksirin panzehrini yapabilecek biri varsa bu da Aurae'den başka kimse olamazdı. Yine de Ange neredeyse hiç düşünmeden kardeşini reddetti. "Olmaz."
"Ne yapacaksın?" Earlene sormuştu. "Gidip Jue'nin ruhunu Tenebrae'den geri getirecek halin yok ya."
"Mümkün olsa yapardım." dedi Ange. Jue, muhtemelen Altum'la anlaştığı zaman yalnızca onu öldürmesini değil aynı zamanda ruhunu iyileştirip reenkarne olmasını sağlaması için de anlaşmış olmalıydı. Yalnızca tek bir ruh olduğu için bunu yapmak Astra'nın tanrısı için zor olmamalıydı. Jue'nin de farklı bir anlaşmayı kabul etmeyecek kadar salak olmadığını biliyorlardı. Üstelik Tenebrae'ye gitmek o kadar kolay bir şey değildi. Sai ailesinde bir geçit olmasına rağmen oraya gidip gelmek çok fazla zamanlarını ve enerjilerini harcardı.
"Aurae'nin yardımına ihtiyacımız olabilir." dedi Taedus her ne kadar bu gerçeklikten nefret etse de. Ange'in özellikle o kadını sevmediğini ve ne olursa olsun ondan asla yardım istemeyeceğinin farkındaydı. Kendisinin de Aurae'den çok hazzettiği söylenemezdi ancak başka çareleri kalmayabilirdi.
Ange bu durumdan hiç hoşlanmamıştı. Araştırma yapsalar bile tek başlarına panzehri bulmaları yıllarını alabilirdi, ki bulabilirlerse. Aurae'nin bu konu hakkında bir şey bildiğinin garantisi olmasa bile onun yardımını istemek daha kolay olurdu. Yine de her şekilde Tenebrae'ye gitmeleri gerekecekti ve Aurae'nin onları çok sıcak bir şekilde karşılamayacağı da kesindi.
Earlene ayağa kalktı. "Ona mesaj yollayacağım."
"Şimdilik dur." dedi Ange. "Bizimle anlaşma yapmak istemeyebilir."
Eğer anlaşma yapmak istemezse Taedus'un durumunu bilmemesi daha iyi olurdu. Bu konu hakkında harekete geçmeden önce dikkatli bir şekilde düşünmeleri, gerekirse tanrıçayı düşürmek için tuzaklar hazırlamaları gerekiyordu. Anlaşma yapmaya yanaşırsa ise veremeyecekleri şeyleri onlardan isteyebilirdi. Azuma gibi.
Taedus'un da Ange'e katılmasıyla Earlene geri yerine oturdu. O anlık en azından bir süre daha olacakları bekleyip görmekten başka çareleri yokmuş gibi gözüküyordu.
![](https://img.wattpad.com/cover/283798678-288-k577021.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
FantasiaHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)