Sylvia, Azuma'yı yeniden uyanmış olduğu oyuğa götürmüştü. "Buradan ayrılma." diye emir verdikten sonra onu tek başına orada bıraktı.
Kadının da gitmesiyle içeride ışık kalmamıştı. Azuma öyle bir yerde nasıl mum bulduklarını bilmiyordu ancak bol olmadığını söyleyebiliyordu. Yine de karanlığı umursamadan yerden biraz daha yüksek olan taş yatağa oturdu. Kısa bir süre içinde zaten gözleri karanlığa alışmıştı, koridandan yansıyan ışıktan dolayı tamamen zifiri karanlık içinde değildi.
Yapacağı başka bir işi olmadığı için kısa bir süre içinde düşünceleriyle baş başa kalmıştı. Agusto'nun planlarının ne olduğunu ve ne zaman mührü kırmak için çalışmalara başlayacağını tahmin edemiyordu. Orada çok fazla yarı şeytan vardı ve kaçmaya çalışırsa hepsinin onu durdurmak için elinden geleni yapacağından şüphesi yoktu. Elinde bir kılıcı olsa bile o kadar çok kişiyle savaşamazdı ki meleğin ona verdiği kılıcı da almışlardı. Kimse görmeden oradan çıkmayı çalışmalıydı ancak... Bunu başarabilir miydi? Belki de hareket etmeden önce neler olduğunu tam olarak öğrenmeye çalışmalıydı.
Yine de her ihtimale karşı kafasında nasıl kaçabileceğini düşünmeye devam etti. Sylvia'nın sözlerine bakılırsa o oyuğu terk ettiği anda bile başına bela alacakmış gibi duruyordu. Biraz daha kafa yorunca aklına, kuyunun dibinde gece veya gündüz kavramı olmasa bile oradaki yarı şeytanların güç toplamak için en azından günün bir diliminde uykuya dalması gerektiği aklına geldi. Sonuçta oyuklara taş yataklar da koymuşlardı. Herkes uyumasa bile en azında büyük bir kısmının dinleniyor olması gerekiyordu değil mi? O zaman en azından küçük oyuktan ayrılıp kaçamasa bile çıkışın nerede olduğuna bakabilirdi.
En mantıklı çözümün bu olacağına karar kıldı, özellikle Sai ailesinden olanlardan sonra ne olursa olsun bir kez daha kendisini kimseye kullandırtmayacaktı.
Bir süre daha Altum'un kılıcını alıp almayacağını düşündükten sonra kılıcın muhtemelen Agusto'yla uğraşmaya değmeyeceğine karar verdi. Ange'in nasıl olduğunu merak etti fakat kendisinin o düşüncelere dalmasına çok izin veremeden aklından kovmaya çalıştı. Kılıcın üzerinde kan Ange'e ait bile olmayabilirdi...
...
Kılıç kanlı bir şekilde kuyunun dibinde ne arıyordu?
Yoksa...
Azuma o ana kadar bir kere bile aklına gelmemiş olmadığına şaşırırken ayağa fırladı. Eğer kılıç kuyunun dibindeyse Altum neredeydi? Kılıcın üzerindeki kanın sahibi neredeydi? Altum bir şekilde Ange'i veya Taedus'u da kılıcıyla beraber kuyunun dibine atmış olamazdı... Değil mi?
Azuma, düşüncelerini toparlamaya çalıştı. Ange'in de Taedus'un da Altum'dan güçlü olması gerektiğini biliyordu, onları o kadar kolay bir şekilde kuyuya atamazdı ancak Ange...
Altum eğer onlardan birini kuyuya atmayı başarmış olsaydı zaten kılıcı o şekilde bırakıp gitmezlerdi, kılıcı bulmuşlarsa onlarla da bir şekilde karşılaşırlardı değil mi?
Düşünceler yeniden içini yemeye başlarken daha fazla o oyukta duramayacağını hissetti, bir an önce o kuyudan çıkmayı başarıp Ange'i görmesi gerekiyordu.
Neyse ki salakça bir karar almadan düşünceleri oyuğun kapısında beliren siluetle bölünmüştü. Birinin oraya geleceğini beklemediğinden yerinde zıplamıştı. Azuma'yı korkuttuğunu gören kişi hemen özür diledi. Orada karşılaştığı yarı şeytanlara nazaran daha yumuşak ve ferahlatıcı bir sese sahipti. "Özür dilerim, geldiğimi duydun sanmıştım."
Azuma tamamen oyuğa girmiş olan kişiye döndüğünde karşısında boyu kendisininkinden birkaç santim daha kısa olan genç birini gördü. Birbirine karışmış olan açık renk saçları omuz hizasına geliyordu ve kocaman meraklı gözlerle ona bakıyordu.
Azuma ondan gelen herhangi bir tehlike hissetmese de gardını indirmedi. Genç çocuk devam etti. "Seni... Merak ettim."
Sözleri Azuma'nın kafasını karıştırmıştı. Onu daha önceden tanıması mı gerekiyor olduğunu düşündü. "Sen... Kimsin ki?"
Sorusuyla beraber karşısındaki gencin suratına kocaman bir gülümseme yerleşmişti. Neşeyle belirtti. "Ben Lucas, buraya gelmeden önce seni yaralayan kişiyim."
...
Azuma nasıl bir tepki vereceğini bilemedi.
Azuma'nın suratındaki şaşkınlığı ve kafa karışıklığını görünce Lucas panikleyerek hemen açıkladı. "Yemek bulmam gerekiyordu ve senin yarı melek yarı şeytan olduğun hakkında bir fikrim yoktu! İsteyerek yapmadım..."
Azuma'nın suratındaki şaşkınlık yerini dehşete düşmüş bir ifadeye bırakmıştı. Lucas daha da çok panikledi. "Bana öyle bakma! Ne yapmamı bekliyorsun? Bir şekilde hayatta kalmalıyım, değil mi? Bir kere daha yiyecek getirmezsem sıra bana gelecekti..."
...
Azuma istemese de sordu. "...Ne sırası?"
Lucas karşısındakinin sonunda konuştuğunu görünce az da olsa rahatlamıştı. Neredeyse kendisini kaybederek anlatmaya başladı. "Görüyorsun ki Agusto bizi, yani buraya düşen yarı şeytanları, toplayarak güvenli bir yere getirdi ancak hepimiz birlikte yaşadığımız için bazı kurallara uymamız gerekiyor. Bu kurallardan biri de yiyecek bulma kuralı, herkesin belli bir zaman diliminde daha önceden karar verilen bir miktarda yiyecek getirmesi gerekiyor yoksa sıradaki yemek sen oluyorsun... Kaçmayı denersen bile bulunursun. Ben avlanmada çok iyi değilim o yüzden umudumu kaybetmiştim bu yüzden seni gördüğümde heyecanlanarak ne olduğunu bile kontrol etmeden seni yaraladım... Üzgünüm..."
Azuma daha fazlasını duymak istemiyordu. Lucas mutlu bir şekilde ekledi. "Ama neyse ki bir yarı melek yarı şeytan getirdiğim için uzun bir süre avlanmaya çıkmam gerekmeyecek!~"
Azuma herhangi bir yorum yapmadı. Demek ki kendisi o şekilde buraya düşmüştü. Bu konu hakkında ne hissedeceğini bilemedi. Lucas, karşısındakinin hikâyesine kendisi kadar ilgili olmadığı görünce biraz üzülmeden edememişti fakat suratının düşmesine kalmadan aklına gelmesiyle sordu. "Senin adın ne peki?"
Azuma, Lucas'ı inceledi. Agusto veya Sylvia gibi ona karşı bir güvensizlik hissetmiyordu, her ne kadar onu yaralayan kişi o olmasına rağmen... Sadece biraz aptal olduğu izlenimine kapılmıştı. "Azuma." dedi, tereddüt ederek.
"Azuma, tanıştığıma memnun oldum." Lucas, gerçekten mutlu olmuş gibi daha da çok gülümsemişti. "Eğer bir sorun varsa bana sorabilirsin! Buradaki çoğu kişi konuşmayı sevmez o yüzden sorularını cevaplayacaklarını sanmıyorum..."
Azuma buna az çok fark etmişti. Lucas'ın ağzından laf almak çok daha kolaya benziyordu o yüzden onu kontrol etmeye geldiğinin iyi olduğunu düşünmeden edemedi. Bu fırsatı kesinlikle kullanmalıydı. Tam çıkışın yerini sormak için ağzını açtığında gözü koridora kaydı.
Onları dinleyen birinin olup olmadığını bilmiyordu. Belki de sorularını daha güvenli bir zamanda sormanın daha iyi olabileceği kanaatini getirdi. Bu yüzden sesini iyice alçaltarak sordu. "Herkes uyuduğunda buraya gelebilir misin?"
Soruyla beraber Lucas'ın suratı kıpkırmızı kesilmişti. Azuma'yı baştan aşağıya incelerken Azuma'nın kafasına diğerinin sorusundan nasıl bir çıkarım yapabilmiş olduğu dank etmişti. Kendisi de istemsizce kızarırken hemen açıkladı. "O anlamda demiyorum, gerçekten de sormak istediğim birkaç soru var."
Lucas ikna olmamış gibi bir süre daha inceledikten sonra gözlerini kaçırdı ve o da fısıldayarak cevapladı. "Tabii."
Ardından ensesini kaşıyarak garip bir şekilde oyuktan çıkmıştı.
Azuma kendisine lanet okurken Lucas'ın çok fazla değişik fikirlere kapılmamasını diledi. Ardından taş yatağın üzerine yeniden uzanarak zamanın geçmesini beklemeye koyuldu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
FantasiaHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)