Melek, Azuma'nın arkasından geldiğine emin olmak için adımlarını daha da yavaşlatmıştı. Çok geçmeden kuyunun duvarlarına ulaştılar. Yer yer darbe almış olan taş duvar oldukça kirli ve eski duruyordu. Azuma duvarda küçük bir açığın olduğunu gördü. Kadın, açığın yanına geldiğinde duraklayıp ona döndü ve içeriye girmesi gerektiğini belirten bir işaret yaptı.
Azuma, karşısındaki kadını tanımıyordu ve oyuktan içeriye girmenin şüpheli olduğunu düşünmeden edememişti. Buna rağmen o durumdayken ona karşı gelme bir lüksü yoktu. Kadına son bir kez daha baktıktan sonra duvara tutunarak ve hafifçe eğilerek açıklıktan içeriye girdi.
İçeriye girdiğinde duvarın, bir mağara gibi oyulmuş olduğunu gördü. Bu oyuğun kendisinin oluşmuş mu yoksa oraya düşenlerin kendilerini korumak için mi oymuş olduklarını kestiremiyordu ancak dışarıda başı boş gezinen ve her buldukları şeye yemek için saldıran o yaratıklar varken kesinlikle çok daha güvenli bir yerdi. Şüpheleri azalırken en azından her saniye diken üstünde durmayacağını düşündü.
Oyuk, daha derine uzanıyordu fakat açıklıktan gelen ışık yalnızca girişin birkaç adım ötesine ulaştığı için derinlerde ne olduğunu görmek mümkün değildi. Azuma, açığa çok uzakta olmayan bir yere oturdu ve sırtını duvara yaslayarak derin bir nefes aldı. Bu arada kadında içeriye girmişti, meraklı gözlerle onu izliyordu. Kısa bir sürenin ardından karşısına oturup konuştu. "Yaraların..."
Sesi çaresiz çıkmıştı. Ona yardımcı olmak istiyor olsa da elinden gelen hiçbir şey olmayacağının farkındaydı. Sonuçta Azuma çok kötü bir şekilde yaralanmıştı ve sihir kullanamıyor olsalar bile orada kırıklarını tutturmak için bir bez parçası bile yoktu.
Azuma hemen kafasını salladı. "Ben iyiyim."
Dedikleri yalan değildi, her ne kadar hareket etmek onu zorlasa bile onu rahatsız edecek türden bir acı veya ağrı hissetmiyordu. Melek kısa bir süre daha onu izledikten sonra yeniden ayaklandı. "Dinlen. Burada güvendesin. Yakında geri geleceğim."
Bu sözleri söyledikten sonra nereye gittiğini söylemeden açıklıktan geri çıkmıştı. Azuma kısa bir süre daha olduğu şekilde kaldıktan sonra meleğin sözlerini dinlemenin o an için en mantıklısı olduğunu düşünerek sağ tarafına doğru uzandı. Kadın orasının güvenli olduğunu söylemiş olmasına rağmen o kadar kolay gözüne uyku girmeyeceğinin farkındaydı fakat yapabileceği başka bir şey yoktu. Bir an önce yaralarının olabildiğince iyileşmesi gerekiyordu. Bu yüzden gözlerini kapatarak uykuya dalmaya çalıştı ancak tam o sırada ceketinin içindeki objenin karnına battığını hissetmesiyle bir kez daha gözlerini aralamak zorunda kalmıştı. Sırt üstü döndükten sonra sağlam koluyla uzanarak ceketini aradı ve hâlâ Earlene'in evindeyken ertesi gün ayrılacak olduklarından ötürü yanına almayı unutmamak için ceketine sıkıştırdığı ince kitabı çıkardı.
Ertesi gün ayrılacaklardı...
Altum'un zamanlaması o kadar mükemmel olmasaydı oradan ayrılacaklardı ve o kuyunun dibine atılmayacaktı... Ve bir de Cael vardı, onun yerini Altum'a veren o adam...
Düşüncelerini uzaklaştırmak için kitabın sayfalarını karıştırdı. Işık çok az olduğu için ne yazdığını okuyamıyordu fakat ışık yeterli olsa bile kitap artık okunabilecek durumda değildi, çoğu sayfa neredeyse kurumuş olmasına rağmen kitap tamamen kanıyla sırılsıklam olmuştu. Bazı sayfalar birbirine yapışıktı. Azuma bunu umursamadan sayfaları karıştırdı ve çok geçmeden arasına Ange'in ona vermiş olduğu gülü buldu. Kuru gül de sayfalar gibi ıslanmıştı ve bazı yaprakları kitabın sayfalarıyla bir olmuştu.
Altum... Onu kaçırıp kuyuya atmıştı. Bunun nedeni Azuma, yarı şeytan yarı melek olduğu için güçlendiğinde kendisine tehdit oluşturabileceğinden korkuyor olması değil miydi? Ange de yarı melek yarı şeytandı, Altum onun için de aynı duyguları besliyor olmalıydı ve... Ve Ange fark etmeden Azuma'yı oradan çıkarıp kuyuya kadar getirebilmişti.
Bunu nasıl yapmıştı?
Yoksa Altum... Ange'i ortadan kaldırmanın bir yolunu mu bulmuştu?
Azuma, zaten olduğundan daha da fazla karamsarlığa düşmemek için düşünmek istemese de aklına gelen düşünceleri durduramıyordu. Ange'in yeterince güçlü olduğunu bilse de tehlikede olma ihtimali onu fark etmeden germişti. Bir an önce oradan çıkmak istediğini düşündü. Oradan çıkıp onu görmek istiyordu...
Duygularının zihnini daha fazla ele geçirmesine izin vermeden yutkunarak elindeki kitabı kapattı ve ceketinin cebine geri yerleştirdi. Ne yapması gerektiğini bilmiyordu fakat gözlerini yeniden kapatırken sonsuza dek orada çürümeyi reddetti. Bir yolunu bulup oradan çıkacaktı.
Aradan ne kadar süre geçtiğini bilmiyordu. Oyuktan birinin içeriye girdiğini hissetmesiyle yeniden gözlerini aralamıştı. Karşısında bir kez daha o melek kadını gördü. Elinde birkaç eski kıyafet tutuyormuş gibi gözüküyordu. Yaralarını sarmak için bez aramaya mı çıkmıştı?
Azuma olduğu yerde doğrulurken melek yanına gelmiş ve oturmuştu. Kısa bir süre onu inceledikten sonra kırıklarının bir kısmını tutturdu ve düşüşün etkisiyle vücudundaki patlayan yerleri sardı, Azuma başka şansı olmadığı için meleğin onu istediği gibi incelemesine izin vermişti. İşi bittiğinde kadın belirtti. "Kanından dolayı çok geçmeden yaraların iyileşecek."
"Ne olduğumu söyleyebiliyor musun?" diye sordu Azuma, şaşırmıştı. Sarılmış olan vücudu rahat hareket etmesini engelliyor olduğundan arkasını yeniden duvara yasladı.
"Evet," dedi kadın. "Kanının kokusundan anlaşılıyor."
"Neden bana yardım ediyorsun o zaman?" Sonuçta Ange meleklerin Orion'dan bile damarlarında akan çok az miktardaki şeytan kanından dolayı nefret ettiklerini söylemişti ve hepsi ondan kurtulmak için onu arıyordu. Neden bu kadar nefret ettikleri bir varlığa yardım etsinlerdi ki?
"Çünkü ben bir meleğim." dedi kadın. Bununla Azuma ona anlamsızca bakmaya başlamıştı, olanları kafasında birleştiremiyormuş gibi gözüküyordu. Kadın bunu görmesiyle sordu. "Altum... hâlâ Astra'nın tanrısı mı?"
Azuma bu soruyla şaşkınlıktan az da olsa kurtularak başını olumlu anlamda salladı. Melek de Azuma gibi arkasındaki duvara yaslanırken kafasını hafifçe eğmişti. "Anlıyorum... O yüzden bizim senin gibilerden nefret ettiğimizi düşünüyor olmalısın, damarlarında şeytan kanı aktığı için... Fakat meleklerin en başından beri yalnızca pozitif duyguları hissetmek ve bu duyguları yaymak için yaratıldığını unutma. Karşımızdaki şeytan olsa bile ona karşı yardım etmekten öte bir duygu hissedemeyiz ama..."
Azuma tamamen meleğe döndü. Melek devam etmeden önce duraklamıştı. "Altum bunu değiştirdi."
"Nasıl değiştirdi?" Meleğin anlattıkları neden onun ve Azuma'nın biliyor olduğu meleklerin davranışlarının farklı olduğunu açıklamaya yetiyordu ancak Azuma daha fazlasını bilmek istiyordu.
"Şeytanların ve meleklerin üzerinde deneyler yaparak." Kadın, başta anlatmakta tereddüt etmiş olsa da artık bir önemi yoktu. "Bizi kendisi için askerler haline getirmeye çalıştı. Başta karşı çıkan çok fazla melek ve şeytan vardı. Çünkü biz korkuyu hissedemeyen varlıklardık, ondan korkmuyorduk fakat yaptığı deneylerle bunu değiştirmeyi başardı ve hepimizin içine korkuyu koydu. Bununla beraber çoğumuz onun emirlerini yerine getirmeye başladık, benim gibi getirmeyenleri ise ortadan kaldırdı."
Azuma, duyduklarıyla sinirlenmeden edemedi. Altum şerefsizi iki saniye deney yapmadan duramıyor muydu? Ancak meleğin dediklerini duymasıyla sinirinin yerini bir kez daha şaşkınlığa bırakması uzun sürmemişti. "Ama senin gibi bir varlığı sonunda oluşturmayı başardığını bilmiyordum."
![](https://img.wattpad.com/cover/283798678-288-k577021.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
ФэнтезиHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)