Aradan birkaç gün geçmişti ve Azuma'nın yaraları çok daha iyi bir hale gelmişti. Fazla zorlanmadan yürüyebiliyordu. Birkaç gün içinde hiçbir şey yememiş ve içmemiş olmasına rağmen vücudu beklediği kadar kötü bir halde değildi. Melek durumunun iyi olduğunu görünce en sonunda ona mührün yerini göstermeye karar verdi ve böylece mağaradan çıktılar.
Azuma, yürürken oraya ilk düştüğü zamanki gibi zorlanmıyor olsa da hızlı adım atamıyordu. Melekten çok uzaklaşmamaya çalışarak onu takip etti. Melek kadın, kuyunun taş duvarlarına yakın yerlerden gitmeye özen gösteriyordu ancak bir süre sonra duvarlardan farklı bir yöne doğru sapmıştı. Kuyunun ortalarında oradaki yaratıklar veya ruhlarla karşılaşabilme ihtimalinin daha yüksek olması Azuma'yı korkutsa da sesini çıkarmadı. Uzun bir süre yürüdükten sonra adımlarını durdurmuştu.
Azuma başta mühre gelmiş olduklarını düşünse de meleğe yaklaştıkça işin öyle olmadığını anlamıştı. Biraz etrafa bakınınca orasının ilk kez düşmüş olduğu yere oldukça benziyor olduğunu gördü, mühür kuyunun diğer tarafında olmalıydı. Yine de meleğin neden orada durmuş olduğunu anlamlandıramazken ona daha da çok yaklaştı ve kadının ayaklarının dibinde parlayan, altınla özenle dekore edilmiş beyaz bir kılıç olduğunu gördü. Kılıcın üzerine kaplayan kan kurumuşa benziyordu.
Melek, Azuma'nın yaklaştığını duyunca düşüncelerinden sonunda sıyrılabilmişti. Eğilerek kılıcı eline aldı ve açıkladı. "Üzerindeki sihirler... Bir tanrının kılıcına benziyor."
Azuma bunu duymasıyla kılıcın neden orada olduğunu merak etti ancak meleğin sözlerine devam etmesiyle olduğu yerde kaskatı kesilmişti. "Kan... Bir yarı melek yarı şeytana ait."
Gözleri bir süreliğine kılıcın üzerine sabitlendi, herhangi bir tepki vermedi. Kılıcın kabzası... Daha önce hayal meyal gördüğünü hatırlıyordu. Kısa bir süre zihnini kurcaladı. Yoksa o kılıç... Altum'a mı aitti? O zaman kan...
Melek, Azuma'nın ifadesini görünce o kılıçla yaralananın onun tanıdığı biri olabileceği çıkarımını yapmıştı. Daha iyi inceleyebilmesi için kılıcı Azuma'ya uzattı, aynı zamanda yanında bir silah taşıması onun için daha iyi olurdu. Azuma meleğin ona kılıcı uzattığını görünce hipnozdan çıkmış gibi yerinde zıpladı ve kılıcı eline almadan önce yutkundu.
Kılıç, oldukça zarif ve her şeyiyle mükemmel gözüküyordu. Bir tanrı için yapılmış olduğu belliydi ancak Azuma gözlerini üzerindeki kandan alamıyordu. Kılıcı kendine yaklaştırmasıyla üzerindeki tanıdık, hafif çiçek kokusu burnuna ulaşmıştı. Kafasında tek bir kelime yankılandı: Ange.
Azuma, Taedus'la daha önce onun kanının kokusunu tanımaya yetecek kadar uzun süre aynı ortamda beraber olmamıştı. Her yarı melek yarı şeytanın kanının kokusunun kendine özel mi yoksa birbirinden farklı mı olup olmadığını bilmiyordu ancak emin olduğu tek gerçek, o anda o kılıçtaki kanın Ange'e ait olmamasını diliyor oluşuydu.
Melek kısa bir süre Azuma'nın hiçbir şey yapmadan kılıca gözlerini dikmesini inceledikten sonra uzanarak omzuna dokundu. "Gitmemiz lazım, kılıcı kendini korumak için yanında tut."
Azuma bir sürenin ardından kafasıyla meleği onaylayabildi. Aynı yerde uzun süre boyunca kalmamaları gerekiyor olmalıydı bu yüzden kendine gelmeye çalıştı ve içinden birkaç kere Altum'un ne olursa olsun Ange'i öldüremeyeceğini geçirdi. Sonuçta Altum bir yarı melekti. Titremesini azaltmak için derin bir nefes aldıktan sonra meleğe döndü ve kendisini kadının arkasından yürümeye zorladı.
Azuma, kuyunun dibinin ne kadar geniş ve büyük olduğunu sorgulamaya başladığı sırada melek sonunda adımlarını durdurmuştu. Azuma onun yanına gelip durakladığında meleğin, onlardan oldukça uzak olmasına rağmen oldukları yerden rahatlıkla görünebilen duvara baktığını gördü. Kadın dudaklarını araladı. "Altum'un koyduğu mühür."
Mühür, kirli gri taşların üzerine beyaz bir boyayla çizilmiş gibi duruyor olmasına rağmen Sai ailesindekiler gibi parlamıyordu. Değişik şekiller Azuma'ya oldukça yabancıydı, ne anlama geldikleri hakkında bir fikri yoktu. Elindeki kılıcı kendisi fark etmeden daha da sıkı bir şekilde kavrarken mührü daha yakından incelemek için öne doğru bir adım attı fakat beklemediği bir şekilde melek onu durdurmuştu. "Ben buradan daha ileri gidemem."
Azuma tamamen kadına döndü ve kafasını kaldırarak meleğin suratına baktı. "Neden?"
"Mühür, melek kanı olanları kendinden..." Kadın cümlesini bitirmeden duraklamıştı. Azuma'nın sorunsuzca onun önüne, mührün onun girmesine izin vermediği bölgeye geçmesine izledi. "Hayır... Melekleri kendinden uzak tutuyor."
Melek, her ne kadar denemiş olsa da daha önce mühre kendisi hiçbir şekilde yaklaşmayı başaramamıştı fakat oradaki yarı şeytan yarı insanların oraya sorunsuzca yaklaşabildiklerini görmüştü. Kuyunun dibinde ise hiç yarı melek yarı insanla karşılaştığı olmadığı için onların kanına nasıl bir tepki vereceğini tam olarak bilmiyordu. Böylece karşılarına iki seçenek çıkıyordu. Ya mühür, damarlarında tamamen melek kanı akanları kendinden uzak tutuyordu ya da şeytan kanına sahip olanların kendisine yaklaşmasına izin veriyordu.
Altum'un kendisi yarı melek yarı insan olduğu için ikinci seçeneğin doğru olma ihtimali düşüyordu. Neden ve nasıl kendisinin yaklaşamayacağı bir mühür yapıp oraya çizsindi ki? Ancak, mührü kırmanın tek yolu melek kanına sahip olmaktan geçiyor olabilirdi ve bu yüzden meleklerin mühre yaklaşmasını engellemiş ve kuyuya yarı melek yarı insanların düşmediğinden emin olmuş olabilirdi.
Azuma ne yapacağından emin olmayarak meleğe baktı. Neyse ki meleğin sessizliği uzun sürmemişti. "Mühürlerin nasıl kırıldığını biliyor musun?"
Azuma kafasını olumsuz anlamda salladı. Melek açıkladı. "Çoğu mühür, sihir kullanarak kırılır ancak bunun dışında birçok yöntem daha var. Mührü keserek ya da boya kullanarak şeklini bozmak gibi... Bazı mühürler ise farklı kan tiplerine farklı tepkiler verirler ve bu da kırılmasını sağlayabilir. Yakından gidip incele, ben burada bekleyeceğim."
Azuma, onu onayladı ve arkasını dönerek mühre baktı. Sis nedense mührün yakınlarında toplanmıyordu, bu yüzden etrafta herhangi bir yaratık ya da tehdit olmadığını rahat bir şekilde görebiliyordu. Aynı zamanda elinde kılıç da vardı, kendisini koruması zor olmamalıydı.
Daha fazla düşünmeden mühre doğru yürümeye başladı. Adımları hızlı sayılmazdı ancak yavaş değillerdi. Kısa bir sürenin ardından mührün olduğu duvara ulaşmıştı, incelemeye başlamadan önce arkasını dönüp baktığında meleğin söylediği yerde duruyor olduğunu gördü.
Meleğin mühre yaklaşamayacağını biliyor olsa bile gitmemiş olması onu istemsizce rahatlatmıştı. Bir kere daha mühre döndü ve onun için anlam taşımayan şekilleri incelemeye başladı.
Kuyunun dibinde sihir kullanmak imkânsızdı ve oradaki, melek dışındakiler yaklaşıp mührü bozmak için ellerinden geleni yapmış olmalılardı. O yüzden, kan kullanmasının mı daha uygun olup olmayacağını sorguladı.
Kısa bir süre düşündükten sonra denemeden zarar gelmeyeceği kanaatine vardı ve kılıcı avcunu kesmek için kaldırdı ancak tam o sırada, göğsünde hissettiği sızıyla hiçbir şey yapmadan donakaldı.
Bakışlarını indirdiğinde ince bir kılıcın sırtından saplanarak göğsünden çıkmış olduğunu gördü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
FantasyHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)