"Lanet olasıca şey! Ne demek onların yerini kaybettin?" Abisi soruyu sorarken ses tonu oldukça sakin olmasına rağmen Celeste'nin yanağında iğrenç bir sızı hissetmesi uzun sürmemişti. Yanağını tutarken başını öne eğdi, gözlerini kaldırıp abisine bakamamıştı. "Benim hatam değildi... Çok güçlülerdi!"
Abisini onu saçlarından tutarak kafasını acımadan yanlarındaki duvara geçirmişti. Celeste onu durdurmaya çalışsa da o adamın karşısında aşırı güçsüzdü. Bunun ardından adam, Celeste'nin kalkmasına izin vermeden onu yere itti ve kardeşinin korkudan titreyen bedenine baktı. Ardından Celeste'nin hiçbir hareket etmiyor oluşuyla gidip onun yanına çömelmiş, kolundan sertçe tutmuş ve onu kaldırarak kendisine bakmaya zorlamıştı. "Benden kurtulmak istediğini biliyorum. Bu yüzden onların kaçmasına izin verdin değil mi? Sonra da günlerdir korkundan eve gelmeyip ormanda tek başına dolaştın..."
Celeste adamın tutuşundan ötürü acıyan kolunu çekmeye çalıştı. "... Lütfen dur."
Abisinin onu çok kötü bir şekilde cezalandıracağından korkuyordu. Ölüm, Celeste için kurtuluş olacağından onu öldürtmeyeceğini biliyordu. Hemen hemen her sinirlendiğinde onu ölüden beter bir hale sokardı, sonra da onunla istediği gibi oynardı. Celeste'nin içindeki korku artarken ona yeniden vurmaması için kafasını kollarının arasına aldı ancak abisi beklentilerinin aksine kolunu bırakarak ayağa kalmıştı. Uzun bir sessizliğin ardından belirtti. "Ben gidiyorum."
Celeste bunu duymasıyla panikle hemen doğruldu. Onların yanına gitmiyordu... Değil mi? "Nereye gidiyorsun?!"
Abisi birkaç saniyenin ardından dönüp ona bakmıştı. Gözlerinden kızgınlığı belli oluyordu. "Hâlâ konuşma cesaretini gösterebildiğine inanamıyorum. Fikrimi değiştirmeden önce sus." Öne doğru bir adım attıktan sonra ekledi. " Ve sakın buradan ayrılma, seninle işim daha bitmedi. Geri döndüğümde görüşeceğiz."
Ardından adam arkasına bir kez bile bakmadan evden çıkıp gitti. Celeste abisinin eve sihir koyduğunu ve bundan ötürü oradan başka bir yere kaçamayacağını biliyordu. Çıkmayı bile dilemeden dizlerini kendine çekti ve başını ellerine gömdü. Bir an önce her şeyin sonlanmasını istiyordu.
-
Azuma Canis'le uzun bir süre oynamış sonra da çimenlerin üzerinde yuvarlanmıştı. Bir sürenin ardından Ange'in de dışarıya çıkmış ve ağaçlardan birinin dibine oturmuş olduğunu görmüştü, bu yüzden Canis'le oynamaktan yorulduktan sonra Ange'in yanına gitti ve daha fazla ayakta duracak hali olmadığından yere yüzüstü uzandı.
Ange, Azuma yanına gelmiş olmasına rağmen ona bir şey dememişti. Kolları bağlı bir şekilde oturuyordu. Bacaklarını uzatmıştı ve kafasını hafifçe yana eğmiş şekilde Azuma'ya bakıyordu. Azuma, gözlerini ondan çekti ve sırtüstü döndü. "Sende bir gariplik var."
"Ne garipliği?" diye sordu Ange. Sesi gerçekten de merak ediyormuş gibi duyuluyordu.
Azuma bunu nasıl dillendireceğini bir süreliğine bilemedi. Bedenen orada olmasına rağmen ruhen başka bir yerdeymiş gibi hissediyordu. "Düşünceli gözüküyorsun..."
Kısa bir sessizliğin ardından Ange onu cevaplamadan konuyu değiştirdi. "Carla'ya yarın gitmesini söyledim. Hemen ardından biz de ayrılacağız."
Azuma böyle bir şeyi birine söylemenin kaba bir hareket olduğunu düşünmeden edemedi ancak düşünceleri Ange'in istediği gibi dağılmıştı. Beklediğinden daha erken ayrılacaklardı. Ange devam etti. "O yüzden eşyalarını toparla."
"Toplayacak bir eşyam yok." dedi Azuma, bu arada yuvarlanarak kafasını Ange'in kucağına koymuştu. Ange bununla beraber kollarını çözdü ve hafifçe Azuma'nın yanağını okşadı. Azuma, bu hareketle bile kızarmaya başlarken genç adamın elini tutup suratından çekmişti. "Burayı sevmiştim halbuki..."
Ange, suratında her zamanki gülümsemesi belirirken Azuma'nın saçlarıyla oynamaya geçti. "Tekrar geliriz o zaman."
Azuma, bu cümleyi duymasıyla kendini garip hissetmekten alıkoyamadı. Neden garip hissettiğini de bilmiyordu ancak genç adama herhangi bir cevap verememişti. Ange'in de daha fazla konuşmamasıyla yorgun olduğundan ötürü bir sürenin ardından göz kapakları kendiliğinden kapandı. Farkına varmasa bile huzurlu hissediyordu. Uykuya dalması uzun sürmedi.
-
Nefes nefese kalmış bir şekilde gözlerini yeniden araladığında her yer karanlıktı, yalnızca pencereden içeriye giren ay ışığı odayı aydınlatıyordu. Gece yarısı olduğunu anlaması uzun sürmedi. Hava kararmadan uyumuş olduğu için uyanmış olmasına şaşırmamıştı. Bir de üstüne kabus görerek uyanmıştı.
Tam olarak ne gördüğünü hatırlamasa bile vücudu korkudan titriyordu, çok uzun bir süredir onu o kadar derinden etkileyen bir kabus görmemişti. Alnında terler birikmişti. Nedense bir an önce dışarı çıkıp oradan uzaklaşmak istediği hissiyatına kapıldı ve olduğu yerde doğruldu ancak Ange'in yanına uyuyor olduğunu görmesiyle daha fazla hareket etmekten vazgeçti.
Kısa bir süre Ange'e baktıktan sonra az da olsa rahatlayarak geri yattı. Tekrar uyuyup uyamayacağını bilmiyordu. Derin nefesler alarak iyice sakinleşmeye çalıştı. Bu arada gözlerine yatağının kenarına koymuş olduğu kitaplar çarpmıştı.
Titremesi azalmış olmasına rağmen geçmemişti. Yine de uzanarak en üstteki kitabı eline aldı ve sayfalarını karıştırıp bir süre önce içine koymuş olduğu gülü buldu. Kurumuş ve ezilmiş bir şekilde orada duruyordu.
Kısa bir süre karanlıkta görmek için sihir kullanarak inceledikten sonra kapağı kapattı ve ince kitabı unutmamak için ceketinin iç bölmesine yerleştirdi. Ayrılacakları zaman alacağı bir eşyası yoktu ancak bu kitabı orada bırakmayı da istemiyordu.
Sakinleşmesi uzun bir süresini almamıştı ancak bunu başardığında da bir türlü uykuya dalamamıştı. Bir süre tavanı izledikten sonra nedensizce yere yeniden gerilmeye başladığını hissetmesiyle yanında uyuyan Ange'e yaklaştı ve yavaşça diğerinin yanındaki varlığını hissetmek istiyormuşçasına kolunu tuttu. Ardından gözlerini kapatıp yeniden uykuya dalmayı denedi.
-
Ange gözlerini açtığında ilk fark ettiği şey Azuma'nın odada olmadığı olmuştu. Gerçekten oradan ayrıldığını fark etmeyecek kadar derin bir uykuya mı dalmıştı? Çok uzun süredir o şekilde uyumadığını düşünürken olduğu yerde doğruldu ve Azuma'nın nerede olduğunu hissetmeye çalıştı. Birkaç kere denemesine rağmen başarılı olamamasıyla bir anda tüm vücudu gerilmişti.
Azuma, artık o evde değildi.
Kanları aynı olduğu için dünyanın neresinde olursa olsun hissedebilmesi gerekiyordu. Tabii, bunu engelleyebilecek bazı etkenler olabilirdi. Olabileceği yerler aklından tek tek aklından geçerken bir anda ayağa fırlamıştı. Odadan çıkmadan önce gözleri odanın kenarındaki hareketsiz bir şekilde yatan Canis'e gitti.
Köpeğin nefes alıp alamadığını göremiyordu. Ölmüş olduğunu düşünerek yanına gitti ve parmaklarını boynuna dayadı. Hafifte olsa nabzını hissetmesiyle hâlâ yaşıyor olduğunu anlamıştı ancak üzerine uzun bir süre uyanmaması için sihir konmuştu.
Sıkıntıyla iç çekerken köpeğin üzerindeki sihri kaldırdı. Hayvanlar bu tür şeylerde insanlardan daha çok etkilendiğinden birkaç dakika daha uyanmayacaktı ancak onu bekleyecek zamanı olmadığı için yeniden ayağa kalktı ve kılıçlarını alıp sırtına yerleştirdikten sonra hızla odadan çıktı. Çıkar çıkmaz karşısında Earlene'i görmesi bir olmuştu.
Earlene, yatıyor olmasına rağmen asla uyumayan biriydi ve o bile daha yeni uyanmışa benziyordu. Hâlâ uykusunu alamamış gibi esnedi ve gözlerini Ange'e dikti.
"Azuma nerede?"
![](https://img.wattpad.com/cover/283798678-288-k577021.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]
FantasyHalf & Half serisinin dördüncü kitabıdır. ////// BL yani iki erkek arasındaki aşk kitapta yer almaktadır, ona göre okuyun~ Umarım beğenirsiniz. :)