DİPSİZ KUYU 6.KISIM

69 12 0
                                    


Göğsünden bir dolu kanın fışkırmasıyla Azuma hemen sol elini yaranın üzerinde birleştirdi. Her ne kadar bir anda içinde kılıç bulmak onu şaşırtmış olsa da canını yere yığılacak kadar yakmamıştı. Bunu kimin yapabilmiş olduğunu düşünürken hızla arkasını döndü ancak ona kılıç saplayan kişiyi görmesine kalmadan kafasına aldığı darbeyle neler olduğunu anlayamadan gözleri karardı.

-

Gözlerini araladığında beyni ilk olarak nerede olduğunu algılayamamıştı. Karanlık ve kapalı bir yerde olduğunu anlamasıyla hemen doğruldu fakat göğsünde hissettiği acıyla daha fazla hareket edemeden olduğu yerde kaldı ve yarasına baktı. Sarılıydı ve kanaması durmuştu.

Yarasıyla ilgilenmesinin gerekmediğini fark edince biraz olsun rahatlayarak etrafı incelemeye koyuldu. Yine mağara gibi bir yerin içinde olduğunu fark etmişti. Sert zeminin soğukluğunu oturduğu yerden hissedebiliyordu. Neredeyse ışık olmasa bile küçük, odamsı bir yerde olduğunu algıladı. Melek, onu alıp güvenli bir yere mi getirmişti?

Hemen bu düşünceyi seçeneklerin arasından eledi, meleğin onu almak için mühre yaklaşması imkânsızdı. Kadının ona yalan söylediğini de düşünmüyordu. Nerede olduğunu bilmemenin getirdiği tedirginlikle gerilirken oturduğu yerden kalmaya çalıştı ancak tam o sırada oyuktan içeriye ışığın yaklaşmasıyla hareketsizce kalakalmıştı.

Kısa bir sürenin içinde ışık oyuğu doldurmuştu, Azuma karşısında daha önce görmediği bir ince uzun bir kadın figürüyle karşılaştı.

Kadının gri saçları kısaydı, yüzü ve kıyafetleri kirli gözüküyordu ve kemikleri olması gerektiğinden daha çıkıktı. Buna rağmen Azuma onun güçsüz biri olmadığını duruşundan anlayabiliyordu, muhtemelen uzun bir süredir o kuyunun dibinde olmalıydı. Azuma yararıyla ilgilenmiş olduğu için onu buraya getirenin o kadın olup olmadığını merak etti. Kadın, Azuma'yla göz göze gelmesiyle dudaklarını araladı ve haykırdı. Hayattan bıkkın bir sesi vardı. "Agusto! O uyanmış!"

Azuma hemen meleğin ona verdiği kılıcın nerede olduğunu gözleriyle araladı, kendini anlamlandıramadığı şekilde aniden tehlikede hissetmişti. Kılıcın yakınında olmadığını görünce kafasından ne yapabileceği hakkında düşünmeye başladı ancak aklına bir fikir gelemeden bir adam, kadının yanında belirmişti. Kadının 'Agusto' dediği kişi olmalıydı.

Agusto, kadının yanında oldukça büyük ve kaslı bir bedene sahip olmasına rağmen suratı ve kolları kesik izleri içindeydi. Ürkütücü bir görüntüsü vardı. Önce kadına ardından da Azuma'ya baktı. Kadın, isteksizce öne doğru bir adım atarak konuştu. "Ben Sylvia. Bu da Agusto, bir süredir buradan çıkış yolunu arıyoruz."

Azuma, hiçbir şey demeden onlara bakmaya devam etti. Kadın ekledi. "Merak etme, sana zarar verme gibi bir niyetimiz yok. Buradan çıkış yolunun anahtarı sen olabilirsin."

Yani bu, Azuma'nın yarı melek yarı şeytan olduğunu fark etmişler mi demek oluyordu? Agusto, Azuma'nın konuşmayacağını anlayınca kadına emir verdi. Kalın ve gür bir sesi vardı. "Ona etrafı gezdir sonra da yanıma getir."

Sözlerini söyledikten sonra önemli bir işi varmış gibi oradan ayrılmıştı.

Sylvia yeniden Azuma'ya döndü. Onun ne durumda olduğunu umursamadığı belliydi, bir an önce işini bitirmek istermiş gibi bir hâli vardı. Emir verdi. "Gel."

Azuma yerinden kıpırdamadı. Bu nedense kadının sinirlerine dokunmuş gibi duruyordu. "On kere söylemem mi gerekiyor?"

"Kendimi yaralanmış bir şekilde bilmediğim bir yerde buluyorum ve bana doğru düzgün bir şey açıklamadan size itaat etmemi mi bekliyorsunuz?" Azuma onların onu öldüremeyeceğini bildiğine güvenerek bir nefeste konuşmuştu. Dediklerini duymasıyla Sylvia'nın gözleri keskinleşti ve sert bir sesle belirtti. "Kalk ve beni takip et."

Bu sefer Azuma'nın cevabını beklemeden oyuktan çıkmıştı. Azuma kısa bir süre kadının arkasından bakakaldıktan sonra başka bir çaresi kalmadığı için o da ayağa kalktı ve ne kadar istemese de kadını takip etti. Saniyeler geçtikçe hissettiği tehlike daha da çok büyüyordu.

Sylvia'nın adımları hızlıydı, konuşmayı çok seven biri olmadığından hiçbir şey açıklamadan kısa bir süre etrafı dolaştıktan sonra direkt olarak onu Agusto'nun odasının olduğu oyuğun önüne getirmişti. İnce uzun koridorlardan geçerlerken Azuma çoğu yeri görmüştü.

Taş koridorun sol ve sağ taraflarına irili ufaklı odalar oyulmuştu. Bazılarının önünde perde olsa da bazıları tamamen açıktı. Azuma bazı odaların içindeki kişilerle göz göze gelmişti. Şu ana kadar oradaki kişilerin tamamının yarı şeytan olduğunu söyleyebiliyordu.

Koridorun sonuna geldiklerinde diğer her oyuktan farklı olarak kapısı olan bir odanın önüne varmışlardı. Azuma o ana kadar çıkışın nerede olduğunu görmemişti. Taş kapının önünde korumaya benzeyen iki cüsseli kişi bekliyordu. Sylvia onları görünce emir verdi. "Çekilin."

İki adam da onun sözünü dinleyerek çekilmişlerdi, gözleri Azuma'nın üzerindeydi. Azuma onlara bakmadan Sylvia'yı içeriye takip etti.

Oda, beklediğinden daha küçüktü ancak Azuma tam olarak ne beklediğini bilmiyordu. Oyukları açmak kolay olmamalıydı sonuçta. Odanın sağ tarafına baktığında taştan bir yatak olduğunu gördü, tam ortasında ise Agusto'nun oturduğu bir masa vardı. Diğer duvarlar malzemeler, silahlar ve kitaplarla döşeliydi. Azuma, silahların içinde parlayan kılıcı hemen seçmişti.

Agusto, Sylvia'ya gitmesi gereken bir işaret yaptı. Kadın çıkıp kapıyı arkasından çektikten sonra konuşmuştu, sesi gürdü. "Bizi buradan çıkardıktan sonra kılıcını geri alabilirsin."

Agusto'nun sözlerini duymasıyla Azuma'nın içinde hissettiği güvensizlik anlamlandıramadığı bir şekilde daha da büyüdü. Nerede olduklarını sormak istedi ancak kuyunun dibinde olduktan sonra bir önemi var mıydı? İçinden bir ses zaten düzgün bir cevap alamayacağını söylüyordu. Konuşmadı.

Agusto diğerinin bu kadar sakin olacağını beklemiyor olmalıydı ki sessizlik onu şaşırtmıştı. "Herhangi bir sorun var mı?"

"Cevaplayacak mısın ki?" İlk kez ağzını açmıştı.

Aldığı yanıtla beraber Agusto gülmeden edemedi. "Adın ne?"

Azuma yeniden sessizleşti. Agusto ayağa kalkarak devam etti. "Adının ne olduğunun veya kim olduğunun önemi yok. Bizim için önemli olan yarı melek yarı şeytan olman."

Azuma, adamın önüne gelmesiyle hemen bir adım geriye gitmişti. Agusto'nun dediklerinin o da farkındaydı. Uzun bir süredir orada oldukları için oradan çıkmak namına her şeyi yapacaklarının da... Bu Azuma'yı kurban etmeleri gerekse bile göz kırpmayacakları anlamına geliyordu. Eğer mührü kırmanın bir yolunu biliyorlarsa bile muhtemelen ona az veya yanlış bilgi vererek oyuna getirebilirlerdi. Dikkatli olmalıydı.

Agusto, Azuma'nın ondan uzaklaşmasıyla yeniden gülmüştü. Buna rağmen gücün kimde olduğunu hatırlatmak için uzanıp Azuma'nın ensesine gelen saçları kavradı ve kafasını kaldırarak kendisine bakmasını sağladı. "Yine de merak etme, senin gibi bir güzelliğin israf olmasına izin vermeyiz."

Azuma'nın böyle bir hareketi beklemediği belliydi, onun dediklerini umursamadan hemen tüm gücüyle adamın koluna bir yumruk geçirerek onu bırakmasını sağlamıştı. Bu Agusto'yu daha çok eğlendiriyormuş gibi gözükse de geri çekildi. Biraz daha güldükten sonra tehdit edici bir tonda ekledi. "Çıkabilirsin."

Azuma tek bir saniye bile beklemeden odadan çıkmıştı. Dışarıda Sylvia onu bekliyordu. Çıktığını görmesiyle bir kez daha yola koyuldu. Azuma etrafına bakındı. Korumaların gözleri üzerindeydi, bu yüzden çaresizce Sylvia'yı takip etmekten başka bir çaresi yoktu fakat kadını takip ederken aklında yankılanan tek bir şey vardı: Çok oyalanmadan oradan çıkmalıydı. 

HALF & HALF - Yarı Tanrı [BL]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin