Hyun Shik beni çekiştirdiğinde o an ki şaşkınlığımla ona izin verdim. İnsanlardan biraz uzaklaştığımızda kolumu bırakıp elini saçlarına daldırdı.
-Çıldıracağım gerçekten. Sen de mi babamın çocuğu musun?
Sende mi dediği yerde gülmemek için kendimi sıkmıştım. Üzerimdeki şaşkınlığı attığımda kaşlarımı çatarak onu baştan ayağa süzdüm. Kızarmış gözleri, dağınık saçları ve özensiz kıyafetlerime bakılırsa sanırım onu gördüğüm günden beri iyi durumda değildi.
-Benim babam yok. Hiç tanışamadık. Ben çok küçükken ölmüş. Ayrıca beni buraya sürükleme hakkını size kim veriyor. Kim olduğunuzu sanıyorsunuz.
Söylediklerim onu afallatmıştı. Gözleri bir noktaya sabitlenirken muhtemelen benim babamı bilip bilmediğimi sorguluyordu. Şaşkınlığından faydalanıp hızlı adımlarla ondan uzaklaştım. Daha doğrusu tabanları yağladım.
Uçağa bindiğimde kalbim hâlâ çok hızlı atıyordu. Onların karşısına geçip kendimi açık etmek istesem de bu sadece egomu tatmin ederdi. Bana hiç bir faydası olmazdı. Yerime oturur oturmaz uzaktan şüpheyle beni izlediğini gördüm. Bana doğru gelmeye başladığında isemsizce gerildim. Ama bana ulaşmadan önümdeki koltuğa oturdu.
Habersizce tuttuğum nefesimi yavaşça dışarı üfledim. Bana gelmemesi rahatlatmıştı. Ama ön taraftaki hafif bir hareketlenmeden sonra kafası göründü. Bana değişik bir şekilde bakıyordu.
Kaşlarımı çatarken o da aynı şeyi yaptı. Sonra hızla önüne döndü. Zaten normal bir ailem olması beklenemezdi. Bu zamana kadar neyim normaldi ki.
Uçak havalandığında planladığım gibi uyumak için yanımdaki ilaçlardan birini aldım. Bir an önce uyumak ve uyandığımda Hyun Shik'in ortadan kaybolmuş olmasını istiyordum.
______________________İnişe bir saat kala uyansam da Hyun Shik benimle hiç konuşmamıştı. İnişten sonra ise bir anda ortadan kaybolmuştu. Onunla tekrar karşılaşma ihtimaline karşı hızlı adımlarla çıkışa doğru ilerlerken önümde set misali dikilen kişiye çarpmamak için son anda durdum. Gereksiz bir samimiyetle sırıtan menajeri görmemle içim rahatlamıştı.
-Min-a nasılsın?
Gerçekten merak ettiği için mi soruyordu yoksa öylesine bir soru muydu.
-İyiyim.
-İyi olmana sevindim. Annen öldüğü için şirket bir hafta süreyle yapılan etkinliklere katılmaman kararını aldı. Yani izinlisin. Bunu daha erken söylemek isterdim ama sen uçaktayken alındı bu karar. Varyete şov öbür aya ertelendi. Ve Seul konseri öne çekildi.
Başımı olumlu mânâda salladım. Koreli hayranlar beni sevmiyordu. Doğal olarak sahnede görmek de istemiyorlardı. Şirket de bu yüzden krizi fırsata çevirmişti.
-Bu arada sahte bir cenaze düzenledik. Sadece senin fotoğrafların eksik. Uzaktan ve bulanık çekilecekler. Hızlıca bitirmeliyiz. Çünkü basın bizden bunu istiyor.
-Tamam.
Ne diyebilirdim ki. Senaryosu iyi bir senarist tarafından yazılan hayatımı senaryoya uygun bir şekilde yaşamalıydım. Aldığım oyunculuk derslerinin hakkını vermem gerekiyordu.
Sessiz bir yolculuktan sonra şirkete geldiğimizde şaşırmıştım. Fotoğrafların burda çekileceğini düşünememiştim.
__________________Üstümdeki siyah geleneksel kıyafetle kesinlikle onlara benziyordum. Çekim sandığımdan kısa sürmüştü. Ve fotoğraflardan bir şeyler seçmek gerçekten çok zordu. Herkes dağıldığında üstümdeki kıyafetten kurtulup çatıya çıktım. Uzun zamandır buraya gelmemiştim. Şu ülkede kendimi en çok ait hissettiğim yer burasıydı sanırım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LYRA
FanfictionBir oyun oynadığınızı düşünün. Başlangıcı güzel ama devamı berbat. O oyundan sıkıldığınızı hayal edin. Ölesiye nefret ettiğinizi. Ne yapardınız? Oynamayı mı bırakırdınız? Ya da fırlatıp atar mıydınız? Bunaldığınızda yeter deyip başından kalkardınız...