Sabah sıcaktan nefes alamayarak uyandım. Gözlerimi açmaya çalıştım ama her yer karanlıktı. Uyku sersemliğini üzerimden atmam çok sürmemişti. Yüzümde toplalan örtüyü bir çırpıda yere attım ve derin bir nefes aldım. Neredeyse kendimi istemeden öldürmüş olacaktım. Bunu bilerek yaptığımda bile bu kadar yaklaşmamıştım sanırım.
Hızlıca ayaklandım. Sıcaktan yüzüme yapışan saçlarımı at kuyruğu yaptım. Yüzümü yıkamak için yürüdüğümde ayağıma dolanan örtü ile yere yapıştım. Yerde kısa bir süre acıyla kıvrandıktan sonra sinirle ayağa kalktım. Ve yerdeki örtüyü bır hışım yatağa fırlattım. Sinirden kuduruyordum ama sessiz çığlıklar atabiliyordum sadece.
Sinirle odadan çıktım. Saate bakmamıştım. Banyonun kapısını açtım tam içeriye girecektim ki içeriye bakmayı akıl ettim. Gördüğüm manzara ile bir an afalladım ve hemen kapıyı kapattım.
Saate baksam belki kapıyı çalmayı akıl ederdim. Gerçi bu zamana kadar kimseyle karşılaşmamıştım.
-Çok özür dilerim. Yeni uyandım kafam yerinde değil. Gerçekten çok özür dilerim.
Cevap beklemeden koşarak odama kaçtım. Yüzümün kıpkırmızı olduğuna emindim. Hyun Joon'un yüzü gözümün önünden gitmiyordu. Tam tuvaletteyken onu basmıştım. Hiç bir şey görmemiştim ama bu utanç bana bir ömür yeterdi. Odamdaki boy aynasına ilerledim. Ama beklediğim görüntü yoktu. Yüzümde herhangi bir renk değişimi yoktu. Sanırım kendi kendime fazla abartmıştım. Yandan bir sırıtış ile kendime baktım. Duygularımı belli etmiyordum. Bunu seviyordum.
Yavaş adımlarla odamdan çıktım. Hyun Joon o sırada ışık hızı ile aşağıya iniyordu. Bende daha fazla yanlış anlaşılmaya mahâl vermeden banyoya girip yüzümü yıkadım. Duş almaktan vazgeçmiştim. İşlerimi hallettikten sonra üzerime bir şeyler geçirip aşağıya indim.
Hyun Joon kafasını önüne eğmiş tabağıyla uğraşıyordu. Bende oturduğumda bana çok kısa bir bakış atıp tekrar önüne döndü. Sessizce yemeğini yiyordu herkes.
İşe girdiğimi onlara söylemeli miydim? Nasıl bir tepkiyle karşılaşacağımı bilmiyordum. Bu da benim daha kararsız bir hâle getiriyordu.
Yemek bittiğinde söylemeye karar vermiştim.
-Büyükanne sana bir şey söylemek istiyorum.
Eliyle devam etmemi işaret etti.
-Ben dün bir iş buldum kendime. Size söylemeli miyim diye düşündüm ve bilmek isteyebileceginizi fark ettim.
-Maddi sıkıntın mı var neden işe girdin?
-Hayır maddi problemim yok. Sadece yapmak istedim.
-Bizim için sorun yok. İstediğini yapmakta özgürsün.
Başımı olumlu mânâda sallayıp hızlıca odama çıktım. Üstümdekiler kıyafetlerde bir problem yoktu. Saçlarımı sıkı bir topuz yaptım. Şimdi olmuştu. Telefonumu, paramı ve küçük defterim ile kalemimi cebime koyup dışarıya çıktım. Çanta kullanmak bana göre değildi. Yolda yürürken kulaklığımı unuttuğumu fark etsem de geri dönmedim.
Sonunda iş yerime geldiğimde yavaşça içeriye girdim. Müşteri yoktu. Masanın birinin üzerine oturmuş telefon oynayan kişi muhtemelen Wang'dı. Beni fark ettiğinde korkudan yerinde sıçradı. Neredeyse masadan düşüyordu.
-Beni korkuttun.
-Amacım seni korkutmak değildi özür dilerim.
-Sonunda ingilizceyi düzgün konuşan biri tanrım seni seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LYRA
FanfictionBir oyun oynadığınızı düşünün. Başlangıcı güzel ama devamı berbat. O oyundan sıkıldığınızı hayal edin. Ölesiye nefret ettiğinizi. Ne yapardınız? Oynamayı mı bırakırdınız? Ya da fırlatıp atar mıydınız? Bunaldığınızda yeter deyip başından kalkardınız...