Bölüm 27 - Gökyüzüne Dokunamayan Gökkuşağı Mı Olur?

346 50 34
                                    

Yeniden merhabalar pandispanyalarım... Yine bir gece vakti saatler 01:49'u gösterirken çıkıp geldim pazartesi bölümüne... Bazen hayat öyle bir çıkmaz sokak gibi geliyor ki insana, ne yapamayacağını düşünemediği zamanlarda kendine gelmek için bin bir türlü çaba harcıyor. Benim de böyle anlarda en sevdiğim ve kendimi oyalayabildiğim iki şey var. Yazmak ve okumak. Günler hızlıca birbirini takip ederken zamanı kontrol etmek, tabi ki varsa öyle bir durum aklıma dahi gelmiyor. Neyse fazla uzatmayayım... Umarım zamanı kontrol edebilecek kadar güzel şeyler yaşıyorsunuzdur aklınızda tutabilmek adına. Eğer öyleyse günleriniz, lütfen benim yerime de saate bakıp zihninize kazıyın. 

Hepinizin bende anlaşılması güç bir yeri var...

Bu arada söylemediğim zaman tamamen unutulduğunu görerek, ki etkileşimi de hesaba katarsak zaman harcıyorum, bir beğeni, iyi veya kötü(yapıcı eleştirisel) şekilde yorumunuzu eksik bırakmayın...
Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek ve iletişime geçebilmek adına,
instagram: BiCeruVar

Unutmadan daha hızlı haberdar olabilmek ve iletişime geçebilmek adına,instagram: BiCeruVar

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

'Sana ruhumu emanet ettim Dağhan. Ona iyi bak.' Adam kulaklarına ilişen cümleyle sertçe yutkunduğunda Pera'nın kendine karşı hislerini açıkça ortaya savurmasıyla sıkıca sarıldı. Nefesi kadının omuz girintisinde can bulurken dudaklarını oraya bastırıp kokusunu doldurdu ciğerlerine.

'Seni yaşama var, gönlüme yar kılana şükürler olsun.'

İkisi de üzerlerindeki yükten kurtulmuş gibi hissediyordu. İkisi de artık damarlarından daha fazla kan aktığını, oksijenin daha güzel koktuğunu, ruhlarının ortada olan bir şenlik havasında gibi hissediyorlardı. Dudaklarından daha fazla cümlenin dökülmesine gerek kalmayacak kadar bulaşıyordu ruhları birbirine. İçlerinde kilitledikleri akıl hastası hisleri birbirine sarmaş dolaş bir binanın çatısından boşluğa bırakıyordu kendilerini. Yorgunlukları, yıkılmışlıkları, kırılmışlıkları tarihe bir mezar taşı gibi işlerken, ikisi de bakır bir tepsi edasıyla fark etmeden dövülüyordu. İncecik işlenip, zamanlar boyu özen gösterilecek halde...

Dağhan kulağına gelen seslerle gözlerini araladığında bakışları önce tavanla buluşsa da çatık kaşlarını düzeltip etrafa baktı. Göğsünün üzerindeki kıpırdanmayla bakışları bu defa Pera'ya yönlendiğinde git gide rahatlayan tüm yüz hatları da ortalığa serpişti. Uzun zamandır olmayan bir şey yaşamıştı dün gece. Eve geldiklerinde, odaya girdiklerinde, Pera'ya sarılırken ayık olan kafası kadının cümleleriyle sarhoşlaşmıştı. Hatta o kadar ki zil zurna sarhoş oldu bile denebilirdi kendisine göre. Omuzuna başını yaslamış kadının saçlarında parmaklarını gezdirdiğinde huysuz bir mırıldanmayla Pera'nın da bacağını üzerine atmasıyla iyice sokulması bir oldu.

Önünde belki onlarca sene, belki de birkaç dakika vardı fakat Dağhan bir fantastik film edasıyla göğsünün orta yerine tırnaklarını geçirip acı çekse de kalbini sökerek kadının avuçları arasına bırakmak istiyordu. Ne zaman güne gözlerini açsa şu iki gündür yaşadığı his bedenini bulmamıştı bu yaşına kadar. Şimdi ise bedeni havada süzülürcesine rahat, endişeden uzak ve huzurluydu. Zaman kötüydü, Dağhan'a göre ise zaman her zaman acımasız bir gardiyandı... Bedenini soğuk, nemli, karanlık ve bir o kadar da korkunç bir hücreye kapatan gardiyan gibi hissetmişti akıp giden dakikaları. Bu durum altı yaşında da böyleydi, yirmi yaşındayken de. Şimdi ise zamanın anlamı yitip gitmişti sanki. Artık pis pis gülerek hücrenin ufacık penceresinden kendisine bakamıyor, zevk alırcasına kolundaki saati işaret etmiyordu. Bir zamanlar ufacıkken, henüz yatakta oturduğunda ayakları yere bile değmezken annesinin ellerini tutarak söylediği sözler geldi aklına.

BUTİMARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin