Çok geciktirdiğim için özür dilerim. Sınav haftası, ödevler derken yazmaya vakit bulamadım. Bölüm kısa oldu. Yarın yetiştirebilirsem yeni bölüm ekleyebilirim. Keyifli olumalar!
Bu bölüm en uzun yorumundan dolayı ithaf;
-black-
Herkese binlerce teşekkürler!
Uyku, en güzel kaçış yoluydu. Ben hep kaçardım. Yaşadıklarımdan, yaşıyor olduklarımdan ve yaşayacaklarımdan… Uyurdum hep o yüzden. Şimdi kaçacak, yaşadıklarımdan saklanacak tek bir yol daha biliyordum. Bir adam girmişti hayatıma. Seviyordu, sahipleniyordu. Öyle sıkı sarılıyordu ki tüm kötülükleri unutturuyordu size. Boynunun girintisine saklandığınızda hiçbir şey size zarar veremezmiş gibi hissettiren, bir gülümsediğinde tüm hücrelerinizi yakıp kavurarak sizi kül eden… Bir adam vardı solumda. Tek kaçış yolum, tek gerçeğim, uğruna her şeyimi feda edebileceğim, uykumdan bile değerli… Harry, benim hayatta ki dönüm noktamdı. Benim için ondan öncesi yoktu ve ondan sonrası da olmayacaktı. O benim miladımdı.
Şimdi nerede, ne yapıyor bilmiyordum. Sadece Sarah’ı da alıp gittiğinden beri koltukta birkaç saat uyuduktan sonra yatağıma uzanıp, yorganı saklanmak adına başıma kadar örttüğümdü tek hatırladığım.
Dışarıda gün yeni yeni aydınlanıyordu. Gökyüzü içimi ısıtan bir kızıllığa bulanmıştı.
Komedin de duran telefonumu alıp çağrı gelmiş mi diye baktım. Sıfır çağrı, sıfır mesaj. Bunun canımı yakmamasını diledim. Oysa neden duvarlar üstüme üstüme geliyormuş da beni arasında sıkıştırıp, ezecekmiş gibi hissediyordum?
Kapıdan birkaç tıkırtı duyunca aldığım nefes soluk boruma tıkanıverdi. Anahtarla açılan kapı, sessiz olmaya özen gösterilerek kapandı. Harry’nin nerede duysam tanıyacağım botlarının tok sesi zeminde küçük gıcırtılar bırakarak ilerliyordu.
Gözlerimi sıkıca yumdum. Ne yapacağımı, nasıl tepki vereceğimi bilmiyordum. Odamın kapısı açıldı. Saniyeler sonra vücudum sıcacık kollar tarafından sarıldı. Kollarının arasına doğru iyice çekip, kafasını boynuma yasladı. Damarlarıma bolca huzuru enjekte etmişti. Bir bacağını bacağımın üstüne atarak, kendine daha rahat bir yer hazırladı.
Teninden gelen yoğun sigara kokusu burnumu tıkamış, başımı döndürüyordu.
Yerimde kıpırdanınca, “Uyanık mısın?” diye sordu sakin bir ses tonuyla. Vücudumu tamamen ona doğru döndürdüm. Gözleri kanlanmış, yeşili soluklaşmış, etrafında mor halkalar baş göstermişti. Saçları birbirine girmişti ve alnını kapatıyordu. Dudakları kızarmıştı. Beynim ilk bu cümleyi hazmedemedi, idrak edemedim. Dudakları kızarmıştı? Dudakları kızarmıştı, dudakları kızarmıştı, dudakları kızarmıştı. Gözlerime inanmak istemedim. Onu öpmüş müydü? Gözlerimi birkaç kez titrekçe kırpıştırdım. Bunu yapmış mıydı cidden? İçim acıyla burkuldu.
“Onu öp-öptün mü?” diye fısıldadım. Dudaklarım titremişti. Boğazıma binlerce cümle takılıp, düğüm oldu. Nefes alamıyordum, titremeye başlamıştım. Canım yanıyordu. Canım çok yanıyordu.
“Hayır,” dedi alelacele. Başparmağımı alıp, pürüzleşmiş pembe dudaklarına götürdü. “Hava soğuktu, dışarıdaydım ve dudaklarım çatladı. Ayrıca iki paket de sigara bitirdim.”
“Bütün gece niye gelmedin?” dedim. Neredeyse ağlayacaktım, sesim o derece çatlak, o derece boğuk çıkıyordu.
Kalbim kan pompalama görevini ertelemiş gibi hissediyordum. Neden gelmemişti gece boyu? Sarah’la gitmesi neden hala beni yıkıma uğratıyordu? Biz bunları aşmamış mıydık? O artık benim değil miydi? Neden ciğerlerim büzüşmüş, tüm duygularım ikinci elmiş gibi hissediyordum ki?
Göz kapakları yorgunluktan gidip geliyor, kapandı kapanacaktı. “Kavga ettik,” dedi ağır bir şekilde. “Bütün gece onun bağırışlarını dinledim. Her şeyi tamamen bitirdik.” Ondan uzaklaştığımı fark etmediğim sırada, kolunu omzuma atarak beni daha yakınına çekti.
“Üzgün değil misin?” dedim alacağım cevaptan deli gibi korkarak.
“Hayır, sen yanımdasın niye üzüleyim ki?” diye mırıldandı.
“Beni bırakmayacaksın değil mi?” diye sordum acizce.
Zavallının teki gibi davranıyordum. Bir süre cevap gelmedi. Nefes alışverişleri ağırlaşmış, göğsü yavaşça inip kalkıyordu. Dudakları davetkâr biçimde aralanmıştı. Çoktan uykuya dalmıştı bile. Yanına kıvrıldım iyice, göğsüne sokuldum. Tenine has o kremamsı kokuyla karışmış yoğum sigara kokusunu ciğerlerimi bozguna uğrattı ve beni darmaduman etti. Ne kadar duvar ördüysem o an hepsi yıkılıverdi. Kollarımı etrafına daha sıkı doladım. Benimdi, başka ihtimali göz önünde bile bulunduramazdım.
***
Uyandığımda hava kararmaya başlamış, içeri soğumuştu. Harry, kollarıyla beni kilit altına almıştı. Usulca sıyrıldım yataktan. Kafamın içinde adeta filler tepiniyordu. Mutfağa doğru ilerlerken aynadan görünen yansımam takıldım. Topuzum dağılmış, tişörtüm belime kadar açılmış, gözlerim ağlamaktan dolayı şişmişti. Daha az enkazmış gibi görünemez miydim acaba, diye merak ettim.Mutfağa ilerleyip,, kahve için sıcak su koydum.
“Beynimi sikiyorlar adeta,” dedi Harry uykuyla mahmurlaşmış o bitkin sesiyle. Elini kafasının iki yanına yaslamıştı ve sıkıyordu.
Sırtımı yaslayıp, ellerimi göğsümde birleştirmişken yanıma doğru yalpalayarak geldi. Elini, belimin oyuntusuna yerleştirerek, dudaklarıma uzandı. Dudaklarımızın birleşmesine milim kala kendimi aniden geri çektim. Kaşları çatıldı, iki kaşının orasında tereddütlü bir ifade vardı.
“Ne oluyor?” dedi. Öfkesi dalgalar halinde çarparak bana ulaştı.
“Ben… sadece… ben…” Kelimeler, beynimden silinmiş gibiydi. Neden konuşma özürlüler gibi davranıyordum?
“Sen ne?”
“Sarah’la dün ne oldu?” dedim gözlerimi tek bir an kırpmadan. Kırpsam yaşlar pıtır pıtır düşecekti. Bir açıklamaya ihtiyacım vardı. Tüm günümü buna kafa yorarak geçiremezdim, haksızlıktı.
“Sorun Sarah değil mi? Yine o ve yine o. Bu yüzden çekildin değil mi? Neden o kafan almıyor? Bitti diyorum Gebbie. Anladın değil mi şu an? Bitti.” Elini saçlarına daldırdı. Gözleri alev alev yanıyordu. Sözleri ok gibi kalbime saplanmış, içime içime batıyordu. “Evden çıktıktan sonra ağız dolusu küfürler edip, ne kadar şerefsiz olduğumu söyledi. Daha sonra bunu ödeyeceğimizi söyleyip, bütün eşyalarını toplayıp, o sikik düşünceleriyle beraber siktir olup gitti. Umarım bir daha dönmez, çünkü ben yeterince onun yüzünden seninle kavga etmekten bıktım. Seni sevdiğime inanmak niye bu kadar zor?” diye bağırdı. Deliye dönmüştü.
“İnanıyorum,” diye bağırdım onun gibi.
“O zaman şu saçma düşüncelerinden kurtul, canımı sıkıyorsun.” Dış kapıya doğru yöneldi. Gidecek miydi?
“Gidiyor musun?” diye sordum kirpiklerimin altından mahzun mahzun bakarak.
Adımları olduğu yerde sabitlendi. Omuzları yükselince, derin bir nefes aldığını anladım. Kalbimi kırmıştı ve gidiyordu. Ağlamak istedim.
“Tanrım, özür dilerim,” dedi kısık bir sesle. Aniden bana dönerek kollarını etrafıma doladı.
Gebb'in ne yapması gerektiği hakkında düşüncelerinizi yazarsanız sevinirim skdjfjd
ŞİMDİ OKUDUĞUN
EVİME GELEN ÖĞRETMEN
FanfictionYumruklarımı göğsüne indirmeye devam ederken hıçkırarak ayaklarının dibine çöktüm. "Senin için neyim ki zaten?" dedim avuçlarımla gözlerimi kapatıp. Yanıma çöktüğünü hissettim. Eliyle yüzüme dokunurken aldığım cesaretle ayaklandım."Senin için neyim...