18

116 20 5
                                    

Mayıs,2000

   Fikret'in üzerinde masmavi bir gömlek var,altında bembeyaz bir pantolon.Elindeki ızgaraya etleri diziyor. Mangal ateşinin başında takındığı tavır yine dünyanın en mühim işini yapar gibi.Gülüyorum bu haline.İçtenlik,esenlik taşıyan dolu dolu bir kahkaha atar gibi.Bir huzur var içimde.Kendi kendime söyleniyorum,mangalda beyaz pantolon mu giyilir diye.

"Fiko!"diye seslenmek istiyorum.Hatta bağırmak.Ama çıkmıyor sesim soluğum neyseki o benim varlığımı erkenden fark ediyor.

"Gel."diye sesleniyor bana.Srebrenitsa'da dedemin evinin bahçesi burası.Üzüm asmasının üzümleri yine iyi semere vermiş olacak ki iri iri üzümler sanki dallarını kıracak yine.Asmanın gölgesinde mangalın ateşi tütüyor.Yemyeşil bahçenin tam ortasındaki zerdali ağacının altında da masa ve sandalyeler var.

Oysa ben tam oraya; top ateşiyle ölüp de minik bedenini defin için bulamayınca küçük Naser'in kendi gibi ufacık mavi yeleğini gömmüştüm.Ölüm haberini duyunca bir solukta da ölen babaannesinin ördüğü o mavi yeleği.Düğmeleri gümüşi.Bunca zalimliğin içinde hala masumiyet kokuyordu o güzelim yelek.Naser gibi mis gibi,hayat gibi,ümit kokuyordu.Ee öyleyse niye ölmüştü Naser bebek.Nasıl kıymışlardı annesinin kucağındaki bebeğe?Acıdan titrediğim o kara gün gözyaşlarıma karmıştım toprağını.Avuçlarımla toprak atmıştım üzerine.Avuçlarımın arasında sıktığım kısa tırnaklarımın arasına dolmuştu.Oysa hiç sevmezdim ben böylesini.Gerçek bir defin gibi kapattığım toprağın üzerine su dökmüştüm.Baş ucuna adını bilmediğim,yabani bir çiçek iliştirmiştim.Sonra da o toprağa alnımı koyup ne kadar ağlamıştım kim bilir kaç vakit.Kalktığımda dizlerim,üstüm başım toprak içinde.

Bir Naser'i daha kaybetmiştim ben...

Naser Begiç,doğup büyüdüğü yakın zamana kadar da koruyup kolladığı bu kasabanın her bir köşesine işlenmişti oysa.Güvenli bölge ilan edildikten sonra sıkış tepiş insan sürüsüyle dolan bu şehirde bir sürü yeni bebekler dünyaya gelmişti.Erkek bebeklerin çoğunun adı da Naser'di.

Aslında Holiday In'de onu terk ettiğim gün ağır bir gerçekliği heybesine sığdırıp toprağına dönmüştü Naser.Ben ise İtalya'ya gittiğimden uzunca bir müddet bir şey bilmeden yaşadım.Savaş daha başlamadan evvel istifa edip memleketine dönmüştü.Sırbistan sınırındaki bu kasaba savaşın başından beri ayrı bir önem arz ettiğinden türlü yürek yangınları görüp geçirmişti.Naser ve beraberindeki bir avuç insan ise sınırlı imkanlarıyla bu kasabayı savunmuşlar, 1995 yazına kadar güvende tutmayı başarmışlardı.O yüzdendir ki eskiden kimsenin bilmediği ismi tüm dünya biliyordu artık.Naser Begiç, hiçbir Boşnak cephesinde elde edilemeyen başarılar elde etmişti.Bunun farkında olan ve aleyhine hamle yapmak isteyenler ilk önce Srebrenitsa'yı güvenli bölge yapacaklarını ilan ettiler.Görünüşte bu çok iyi bir haberdi ama karşılığında Naser Begiç ve komuta ettiği birlikten silahlarını teslim etmelerini istediler.Hafif silahlı Birleşmiş Milletler'in askerleri dalga geçer gibi Yugoslavya ordusunun tüm imkanlarından faydalanan Sırplara karşı onları koruyacaklarının teminatını veriyorlardı.Tamamıyla silahsız,tarafsız bir güvenli bölge kurmak istedikleri konusunda diretiyorlardı. Bunu kabul etmeyen Naser ve komuta ettiği grup Srebrenista etrafındaki ormanlarda yaşamaya başlamışlardı.

O kış çok çetin geçti.

Srebrenitsa'ya daha önce yağmadığı kadar kar yağdı...

Ama Naser ve beraberindekileri hiçbir şey yollarından alıkoyamadı.Ta ki 1995 Şubatına kadar.Boşnak baş komutanı,Naser'in Tuzla'ya gelmesini istedi.Eğitim için.Kısa süreli sonra geri dönebileceğini söyledi.Sonradan kurulan ordudaki hiyerarşi de zaten bir dikiş tutmazlık sürüp gittiğinden Naser mecburen kabul etti.

ZAMBAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin