24

112 22 8
                                    


2000,Potaçari

Bosna'dan ayrıldığım ilk zamanlar kendi derdimin büyüklüğünü ölçüp biçerken Naser'e ne kadar çok sitem etmiştim.İstanbul'dan birkaç mektup yollamıştım ona,cevap yazmamıştı.Birkaç kez de telefonla aramıştım,konuştuklarımız iki yabancının ötesine geçmemişti.İlk mektubumda baş sağlığı dilemiştim ona,hatırlıyorum.Bu yaptığımı kırk kat yabancı da yapardı.Ne olmuştu yani?Fazlası olmamıştı.Tenezzül etmediğimden değil ucu yenik gururumun eseri de değildi sadece bu kadarına izin vermişti içimdeki yılgın rüzgarlar.Bir sebebim,haklı gerekçem,kastım yoktu.Bekledim.Onun tarafından uğurlandıktan sonra daha çok merak edilmeyi bekledim.İstedim.Tekrar elini uzatmasını,bu kadar kaybetmişken ayrılıklarımızın sonlanmasını istedim.

   Dediklerini ikiletmeden peşi sıra yürümeye başladım.Geniş avludan içeri girdiğimde garip bir titreme sardı etrafımı.

      Hiç bilmediğim bir yer gibiydi burası.Daha önce hiç yolum düşmemiş,bilmediğim bir yabancının evi ocağı,büyüdüğü yerdi.Oysa en son 1995 senesinde gelmiştim buraya.Bu yollardan çocukluğumdan gençliğime defalarca geçmiştim.Başka başka sıfatlarla,Nezih'in kardeşi Neyla'dan,gelin Neyla'ya bile terfi etmiştim ben.

    Öncesinde beyaz ferfoje bahçe kapısı bile değişmişti.Simsiyah bir ferfoje kapı bile içimi delik deşik edecek bir kasvete sürüklemeye yetti.

    Naser'in  rahmetli babası Tarık amcanın marangoz hanesinin yerinde yeller esiyordu.Düzlüktü,üzerinde çimler bitmiş.Zımpara ve çekiç seslerinin eksik olmadığı o marangozhane yoktu.Hiç de olmamış gibi.Oysa Tarık amcanın usta ellerinde şekillenen ladin kerestleri masif dolaplara,varaklı sandalyelere,vernikli masalara dönüşüp de birçok eve konuk olammış mıydı?Adeta bir genç kızını çeyizlik gergefini işler gibi iskarpelesi ile tahtaları santim santim oyuşu geldi gözümün önüne.

Ömür dediğin böylesi miydi?

Ya da ölüm mü?

      Bahçenin orta yerindeki kocaman gürgen ağacı da yoktu.Yaz aylarında bütün öğünlerin,bütün zamanların geçirildiği pergolada yoktu.Gölgesine sığınmış altı kişilik ymeek masası da...Oysa ahşap pergolanın tavanını tente niyetine örten asma yaprakları vardı. Yaprağından çok güzel sarmalar sarardı Samira teyze.Yazları çok güzel üzümü olurdu,sulu sulu,iri iri.Öylesi üzümü başka yerde yememiştim bem.Üzüm mühimdi tabi.Samira teyze son gelişimde de üzüm hoşafı yapmıştı.Ben seviyorum diye...Son kez geldiğim o gün Samira teyze fukara bir ziyafet vermişti şerefime.Biz niye son vakitlerde birbirimizi sever olmuştuk acaba?Onu bilmiyorum ama o günkü hoşafın tadı geldi yapıştı damağıma.Oysa içine koymaya şeker dahi bulamadığından duru suda kaynatmıştı üzümleri.Tadı nasıl olur da öylesine güzel olabilirdi.Ah Samira teyze...

O güzel üzümlerin bağ bozumunu düşündüm durdum.Ne zamandı.11 Temmuz olmalıydı,peki saat kaçtı?Öğleden sonra mı akşam mı?O vakitlerde ben neredeydim?Nasıl yanmıştı bu ev,bu insanlar?Nasıl bir vahşilikle yapılırdı bu?

İnsan insan dedikleri bu muydu?

      Benden izinsiz bir damla göz yaşım dudaklarımın üzerine düştü de hemen sildim.Sakladım Naser'den.Yıllar sonra gelen bu göz yaşlarımın riyakar duruşunu saklamak istedim Naser'den; görmesin istedim,benden yana daha çok kırılsın incinmesin istedim.Şimdi Naser camdan bir kalbe büründü gözümde ne söylersem de kırardım sanki.Bin parça ederdim de  tamiri mümkün olmazdı.Sanki avuçlarımın ortasına konmuş ürkek,yaralı kuş oldu.Öpsem,sevsem,sarsam?

Fayda eder miydi?

      Elindeki o anlam veremediğim eldivenleri çıkarttı,merdivenlerin başındaki kaynak makinesin üzerine bıraktı.

ZAMBAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin