Mayıs,2000
Yıllardır ağır yaralıydım.Görünür yerlerimdeki yaralarım çoktan iyileşmiş olsa da ruhumdaki yaralar dikiş tutmayan bir sökük halindeydi mütemadiyen.Acıyordum.Kanıyordum.İnsan ağır yara aldıysa zihni örümcekleniyordu.Dengesizleşiyordu.Cüzzam gibi bir şeydi ruhun aldığı ağır yara;illaki kendini belli ediyordu.İnsanın yüzünden okunurdu biçareliği; en olmadı hiç beklenmedik bir anda patlak verirdi.
Naser'in gidişinin ardından aslen fırtınalı da olsa bir duldadaydım artık.Yine yeniden hayatıma kaldığım yerden devam ediyordum.Öyle olmalıydı en nihayetinde.Zorundaydım ve derin bir zordaydım.Naser gidişinin ardında derin bir sükut bıraktı bana.İçimdeki fırtınaları saymazsam iyice düşünüp taşınmak için yeterli sessizliğe sahiptim.Pişman olmaya,yerli yersiz dövünüp ağlanmaya...
Yas evimizin toprağını silkelemek için herkes çaba harcıyordu.Nimeta halam hastalıktan fecaat bir hale gelerek aramızdan ayrılmıştı.Hatta onun son hali ile daha fazla yaşamasını da dilemezdim.Nimeta halamın dökülmüş saçlarını,feri gitmiş mavi gözlerini,renksiz dudaklarını,solgun tenini unutmak isterdim.Acıdan ve ağrıdan attığı çığlıkları,akıttığı gözyaşlarını da unutmak isterdim.Yine zihnimde tüm bunlara tezatlığındaki hali kalsın isterdim.Akşamdan bugidi ile sardığı lüle lüle sarı saçları,ışık ışık mavi gözleri,teskin edici o güzel gülümsemesi...
Her şeye,herkese inat.
Canım halam...
Naser gideli on gün olmuştu ve o gün onunla gittiğimden hariç bir daha mezarlığa gitmedim.O gücü kendimde bulamadım.Bir türlü acıya alışamadım.O gün Naser yanımdan ayrılırken de tatmin edici bir şey söylemedi.
"Tamam."dedi bir de "Ağlama.".Nasıl ağlamayacaktım?Neye bu kadar ağladığımı,derdimden deliye döndüğümü hiç bilmedi.Sormadı da.Oysa her bir gözyaşımda ona dair ukdelerimi,pişmanlıklarımı da barındırıyordum.O bunları ya görmedi ya da görmemezlikten geldi.
Yoksa bu dünyada beni en iyi tanıyan insandı o.
Sahi uzun süre görüşmeyince insan en iyi tanıdığını da unutur muydu?Hiç sanmıyorum.Ben onu asırlarca görmesem de hiç unutmayacağımı teyit etmiştim.İkrarını binlerce kez verdiğim sevda yarasıydım.İçimde binlerce gündür yanan,hiç sönmeyen o ateş...
Ben bu düşüncelerle boğuşup dururken bir telefon geldi işyerime.Davut amcamdan.Şaşılacak şey değildi zaten sık sık telefonlaşırdık ama bu sefer maksadı başkaydı.Hiç beklemediğim bir teklif için aramıştı beni.
Tüylerim ürperdi.Bocaladım.
Sıcakların iyice gelmesi,toprağında yerine oturmasıyla savaş sırasında öldürülenlerin zalimce gömüldüğü toplu mezar arama-kazı çalışmaları hız kazanmıştı.Önümüzdeki birkaç haftadan itibaren de bu çalışmaları tam mahiyetini göstermek için bir televizyon programı başlayacaktı.
Davut amca dedi ki "Neyla canım yavrum,bu işi en iyi sen yaparsın!"
Yepyeni bir heyecan vardı sesinde.Ve bana olan engin inancı.Bilmiyordu ki düşüncesi bile tüylerimi ürpertiyordu.
"Nasıl olur Davut amca?Ben yıllardır yokum sektörde.O tempoyu bile unuttum."dedim ben ise tereddüt doluydum.
"Yok canım daha neler!Meslekte öğrendiklerini kanıksayacak,reflekse dönüştürecek kadar çalıştın bu sektörde.Bisiklet sürmek,yüzmek gibi bir şey başladın mı gerisi gelir.Alışırsın,hatırlarsın hemen."
"Bilemedim ki şimdi."
"Bak kızım,Savaş zamanında naklen yayın yapabildiğimiz en çok seni gördü insanlar.Benim diyen cengaverin gidemeyeceği yerlere gittin,mühim haberlerin altında hep senin adın var."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ZAMBAK
General FictionSon gidişimden farksız dönüşümde de etraf sessiz ve karanlıktı.İçimde yine bir hasret türküsü...Dokunsam ağlar,hem de hıçkıra hıçkıra..Soluğumda bir ses,bir nefes;etrafta tanıdık bir sima.Aradım.Bulamadım.Ensemde bir korku.Neyin nesi bilmem.Hikayemi...