19

149 25 7
                                    

Ağustos,1995

    Benim savaştıkların kimdi?Savaş,tam olarak neydi?Tam şu anda düğmeli lila rengi,diz kapaklarımda biten eteğime sıkıca yapışmış bu küçük kızı kurtarmak için hali hazırda savaşırken;bu sorgulamam neyin nesiydi?

     Küçük ve savunmasız Nimeta'mın saçlarını okşadım.Yavaş yavaş.Sarıldım.

      Savaş,sırtımda boylu boyunca uzanan yaralardı,yüreğimdeki acıydı,göremediğim gün yüzleriydi,gülemediklerim;hep ağladıklarımdı.Mütemadiyen.Savaş dönemediklerimdi,belki de dönsem de bulamayacaklarımdı.

Benim savaşım,yüreğimde ateşi hala harlı olan aşkımdı!

   Zihnim;halsizlik ve acıdan olsa gerek ki bulanıklaşıyor.Başım dönüyordu.

   Savaş;Fikret'in cansız bedeninin zihnimdeki teğellenmiş görüntüsüydü,bir yıldan daha uzun süredir görmediğim annemdi,kaybettiğim abimdi.

Savaş,sevdiğim adam Naser'di.

    Benim esaretime karşılık;17 Sırp askeri ile takas edilecektim."Naser Begiç için değerli olduğunu biliyordum."demişti Markov Mitroviç.O meşhur ukala gülümsemesiyle söylemişti bunu bana.

Zırnık kadar vicdanı,merhameti kalmamış Sırp komutanı,Markov Mitroviç.

    Naser için hala değerli olduğumu düşündürmüştü bu cümlesi.Naser'i 5 yıldır görmediğimi,öncesinde de saçımın bir telini dünyaya değişmeyeceğini söylemedim.Sustum.

Sonra asıl planını koydu ortaya Markov.Naser'in gururu ve onurunu ayaklar altına aldıracak bu plana koşulsuz şartsız uymak zorunda bırakıldım.

Yoksa,önce Nimeta ölürdü.Öyle söylemişti felfecir gözleriyle.

    Markov Mitroviç,babası General Ratko Mitroviç'in izinden giden;ciğeri beş para etmez adamın tekiydi.Ondandır ki planına uygun olarak bir Sırp kadın asker,kırpık sarı saçlarımı düzenledi.Güzel kokulu vaksla şekillendirdi saçlarımı,yıllar sonra makyaj fırçaları değdi yüzüme.Üzerime karpuz kol,flare yaka,beyaz bir gömlek,bir de etek giydirdi.Yaralarımın üzerine.Ayaklarım yıllar sonra,deliksiz,yamasız;yepyeni pabuçlar gördü.

Ve bütün bu işlemlerden zorla geçirildim.Hakaretle,dayakla.Yaralarımın üzerini kapatıcı ile biri kapatırken,ben direndikçe diğer Sırp vücudumun giysiler vasıtasıyla görünmeyecek yerlerine vurdu.

Çok dayak yedim.En görünmeyen yerlerimden.Hem de ne okkalı!

Yüzüme hiç vuran olmadı.Bu dokuz günlük esaret boyunca türlü eziyet ve örselenmeden yüzüm hiç nasibini almadı.Ne garip?

    "Söylediklerimi sakın unutma."diye kulağıma fısıldarken pişkince güldüğünü anladım Markov'un.Göremesem de hayalimde canlandı o pis gülümsemesi.Beyaz dişlerini göstererek,buz mavisi gözleri kısılıp ufacık kalmış.

Ondan ölesiye nefret ediyordum.

    Aracın yanındaki Sırp asker,komutanından aldığı yetkiyle;az ötedeki Boşnak askerlere seslendi.

"Önce siz!Askerlerimizi gönderin!"O zaman başımı kaldırıp etrafıma bakınmak aklıma geldi.Terk edilmiş bir deponun avlusuydu burası,nerede olduğumuzu tam bilemedim.Ama bana,az ilerideki ormanda göklere kadar uzanan yüksek ağaçlar Banya Luka'da olabileceğimiz fikrini verdi .50 metre ilerimizdeyse Boşnak askerleri vardı.Birisini tanır gibi oldum.Ben miyoptum ama o kadar da uzun boylu değil.Yanılıyor muydum?Dayak yerlerim sızladı.Acıyla yutkundum.

Naser....

    Yıllardır görmediğim,görmek için yanıp da tutuştuğu adam mıydı o?Saçları son gördüğüm halinden çok kısaydı,sakallarını ise hiç bu kadar uzun görmemiştim.Yıllar sonra,aramıza hepimizi kasıp kavuran bir savaş girmişti.Ve ben onun karşısına nasıl çıkmıştım?O an ben bile kendimden soğudum büsbütün.İşte tam da o gün göğsümün orta yerindeki ağrıyı hissettim.Nefesim kesiliyordu.Naser'den gözlerimi ayıramıyorum.O gözler bana bir şeyler söylüyor muydu hala?Anlayamadım.Sevdiği adamın gözlerini anlayamacak kadar mı ayrı düşmüştük.Nefesim kesildi.Sanki yüreğim bin parçaya ayrıldı,kırıldı,parçalandı.İşte o can kırıkları batıyordu şimdi bana.Naser'e koşmak istiyordum.Boynumdaki yulara,ayağımdaki prangalara rağmen!Sevdğim adamın yorgun gözlerinden öpmek istiyordum,sarılmak,ağlamak,onunla kaybolmak istiyordum.

ZAMBAKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin