"Abi?" Çek yorganı üzerine, kapat kulaklarını. "Abi, gelsene."
Daha sıkı yum gözlerini, seni kandırmasına izin verme. "Abi? Uyudun mu?"
Sesinin üzgün çıkmasına aldırma, en sonunda üzülen sen olacaksın. "Abi, kirpiklerin titriyor. Hadi kalk, oyun oynayalım."
Gözlerimi açtım, çünkü küçüğüm, inanıyorum. Saf mutluluğa inanıyorum. "Annem kızar," diye fısıldıyorum sessizce.
"Annem çoktan uyudu." Ellerindeki peluş oyuncakları göstererek gülümsüyor. "Hadi kalk, oyun oynayalım."
Kızıla çalan harelerine bakıyorum. Bir çocuğun saf heyecanı içerisinde bana bakıyor. Oysa ben de çocuğum, gözlerimden akan tek duygu ise kabullenmişlik.
Sonra bakışlarımı etrafta gezdiriyorum. Kimsenin olmadığını, karanlığın içindeki tek ışığın odadaki yanan mum olduğunu görüyorum. Çocukluğa kaptırıyorum kendimi, günün hüznünü unutarak mutluluk duymaya başlıyorum.
Ama unutuyorum, bir çocuktan yetişkin gibi davranmasını bekliyorlar.
O çocuk ben oluyorum.
"Tamam ama sessiz olacağız," diye fısıldıyorum, yeniden. Kırmızı harelerindeki neşe ikiye katlanıyor. Elime oyuncak dinozoru tutuşturuyor ve kolumu çekiştirmeye başlıyor.
Bunun üzerine kıkırdıyorum, ona uyum sağlayarak yataktan iniyorum. Birlikte halının üzerine oturuyoruz ve onun oyuncaklarıyla oynamaya başlıyoruz.
Çünkü bana hiç oyuncak alınmadı. Hayır, ben de çocuk oldum ama benim çocukluğumdaki tek eğlence, sayıları toplamak oldu. Bana öğretilen buydu.
Kendimizi oyuna kaptırmışken bir ses duyuyoruz, kapı çalıyor. Korkarak ayağa kalkıyorum çünkü annemin beni oyun oynarken görmesini istemiyorum.
Kardeşime dönüyorum. "Yatağına git, birazdan uyanırlar." Dinozoru ona doğru uzatıyorum ama almıyor. "Hadi, hızlı ol."
"Sende kalsın," diye mırıldanıyor. "Senin olabilir."
Kalbim büyük bir sevinçle atıyor çünkü ilk oyuncağımı bana kardeşim, ben dokuz yaşındayken veriyor. Yine de bu mutluluğumun önüne geçen bir duygu var: Korku.
Yatağına gidiyor. Yorganı üzerine çekerek sırtını dönüyor. Elimdeki oyuncağı daha sıkı kavrıyorum ve yatağıma koşturuyorum. Yüzümdeki gülümseye engel olamıyorum çünkü elimde bir oyuncak var, bana ait bir oyuncak.
Kapı bir kez daha çalıyor. Odamızın kapısı aralık kaldığı için doğrudan dış kapıyı görebiliyorum. Biraz sonra annem odağıma giriyor. Üzerinde kısa bir gecelik var, her zamanki gibi.
Kapıyı açıyor ve bir adam, soluk soluğa kalmış vaziyette kapıya tutunuyor. Anneme konuşma fırsatı tanımadan "Haklıymışsınız hanımefendi," diyor. "O, tahmin ettiğiniz gibi. Dört büyük elementin altında değil, içinde."
Hiçbir şey anlamıyorum ama kendimi dinlemekten de alamıyorum. Annem duraksıyor. "Boran?" diye sorarcasına konuşuyor. "O da mı öyle?"
"Hayır efendim," diyor adam. "O da farklı. Sadece size göre farklı ama diğerleriyle aynı. Siz ışık iblisisiniz, ateşten gelirsiniz. Eşiniz maden iblisi, temeli kömür, ateşten gelir. Oğlunuz başlı başına ateşi temsil eden bir iblis. Boran ise buz iblisi. Sudan geliyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mart Dokuzu
FantasyGenç kız kaymaya devam etti. Üşüyordu ama bunu sorun etmiyordu. Üşümek istiyordu. Ayağının altındaki kaygan zemin, ona iyi geliyordu. Fakat bu sefer iyi hissetmiyordu. Üzerinde bulunduğu buzun ince olduğunu biliyordu. Buzun çatırdama seslerini duyma...