Bazen insanlar üzgün olduklarında hiçbir şey yapmadan öylece durmak istiyorlardı.
Fakat hayat buna müsaade etmiyordu. Çünkü dünya sizin için durmuşken, diğer herkes koşturmaya, hâliyle de sizi iteklemeye devam ediyordu.
Sekizinci sınıfa geçtiğim zamanlar içimde büyük bir heyecan yaşattığımı hatırlıyordum. Hiçbir zaman çalışkan bir öğrenci olmamıştım fakat bana verilen sorumlulukları her zaman yerine getirirdim.
Getirirdim, ama artık değil. Çünkü hayat bana karşı olan sorumluluklarını yerine getirmedi.
O seneye büyük bir hevesle başlamıştım. Ders çalışmayı bilmiyordum, kimsenin de bana bunu öğrettiği yoktu. Yine de kendime söz vermiş, güzel bir lise kazanacağıma inanmıştım.
Olmamıştı. Hiçbir zaman olmazdı.
Kendi çapımda bir şeyler yapmaya çalışıyordum. Ödevlerimin dışında birkaç soru çözüyor, az da olsa derslerle ilgili videolar izliyordum. Yetersizdi, bunun farkındaydım ancak bilmiyordum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum ve kimse de bana öğretmiyordu.
Okullar açıldıktan sonra birkaç hafta boyunca bu düzen devam etmişti. Daha sonra ise Umut hastaneye kaldırılmış, ruhsal olarak bir çöküntüye girmeme sebep olmuştu.
Kardeşim canıyla savaşırken ve ailem onun hastalığından beni sorumlu tutarken nasıl ders çalışabilirdim ki?
Bahaneler, derim, şimdi o zamanlara dönsem. Bitmek bilmeyen ve kendimizi haklı çıkartmak için söylediğimiz tüm bahaneler, yani yalanlar.
Kendimi öyle bir bırakmıştım ki o zamanlar, hiç kimseye dikkat edemiyordum. Kardeşimin getirdiği bu çöküntüde ne aileme, ne derslerime, ne kendime, ne de kardeşime odaklanabiliyordum.
Tek bir şey hariç: Buz pateni.
Buna ne denirdi bilmiyordum. Belki depresyon, belki aptallık. Ama iyi değildim. Sorunlar yaşıyordum ve o problem yığınının içinde derslere dikkatimi veremiyordum.
Ben de çözümü kaçmakta bulmuştum, her şeyden kaçmakta. Okuldan, ailemden, kendimden...
Kaçtım, sonuna kadar kaçtım ve patene sığındım.
Belki kayarken de huzursuzum ama kendimi anlatabiliyorum. Kayarken acımı anlatabiliyorum.
Konuşmaya gerek yok, görseler yeter. Ama ben o kadar korkağım ki, görünmek bile istemiyorum.
Hayatımdaki insanlar için görünmez olmama rağmen bunu dilemem ne kadar da ironik, değil mi?
O zamanlar babam, ders çalışmama sebebimi telefona bağlamıştı. Telefonumla çok uğraştığımı, bu yüzden de notlarımın düştüğünü söylemişti.
Bir keresinde bana bağırmış, telefonumu yere fırlatmıştı. Korkmuştum, karşısında ağlamıştım. Ama o böyle yaptıkça daha çok kapanmıştım içime.
Bu zamana kadar babam bana bir kez bile elini kaldırmamıştı. Ancak bana baktığında, sert yüzündeki kaşları çatıldığında yüreğim hoplardı. Bir bakışı beni öyle çok korkuturdu ki, sırf onu görmemek için erkenden uyurdum.
Babam öfke problemleri olan bir insandı. Bir ara sakinleştirici ilaç bile almıştı fakat kısa süre sonra bırakmıştı.
Onu her şeye rağmen anlayabiliyordum, kolay bir çocukluk geçirmemişti. Benim için en iyisini istiyordu. İyi yerlere gelmemi, kimseye muhtaç kalmamamı istiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mart Dokuzu
FantasyGenç kız kaymaya devam etti. Üşüyordu ama bunu sorun etmiyordu. Üşümek istiyordu. Ayağının altındaki kaygan zemin, ona iyi geliyordu. Fakat bu sefer iyi hissetmiyordu. Üzerinde bulunduğu buzun ince olduğunu biliyordu. Buzun çatırdama seslerini duyma...