İçimde dolup taşan bir öfke var. Bugün günlerden perşembe. Ayın kaçı bilmiyorum, hangi ayda olduğumuzun da farkında değilim.
Çünkü benim dünyam ondan ibaret. Sadece o var. Yalnızca o var. Ben bile yokum, ama işte, o var.
Sert adımlarım uzun merdivenleri bitirmeye çalışıyor, onca konfora rağmen hâlâ soğuk olan havayı soluyordum. Acaba üzerinde ne vardı? Biliyordum, paten kayarken terliyordu ama hasta olmasından korkuyordum.
Sonuçta hava soğuktu. O, buzların üzerinde kayıyordu ve bir meleğe benziyordu. Tabii, konumuz meleğe benzemesi değildi. Sadece hasta olmasını istemiyordum. Buzun üzerinde kayar, sonra terler ve soğuk suyu kafasına dikerdi.
O dolaptan çıkartıp getirdiği soğuk suyu defalarca kez sıcak suyla değiştirmeseydim, bu kız kaç kere hasta olurdu?
Merdivenler sonunda bittiğinde çıkışa yönelmiştim ki "Boran Bey," dedi resepsiyondaki sarışın kadın. "Haftaya randevu alacaksınız, değil mi? Bugün işiniz erken bitti. Aynı güne ayırtıyorum."
"Evet," dedim katı bir sesle. "Haftaya perşembe günü yine geleceğim."
"Hiç kaçırmıyorsunuz zaten, ne güzel." Kısık sesle güldü ama anlayamadım, nesi komikti? "Tamamdır o zaman. Aynı saate yazdım. İyi günler."
Başımla selam vererek önüme döndüm ve çıkışa yöneldim. Adımlarım az önceye nazaran daha hızlı atıyor, ona kavuşmanın vereceği hissiyatla daha da heyecanlanıyordum.
Görüyorsun ya Şirin, seni izlemenin hayali bile beni heyecanlandırıyor.
Doğru, görmüyorsun. Hiç görmedin.
Arabamı anahtar ile açtıktan sonra sürücü koltuğuna yerleştim ve yaklaşık on dakika olan yolu gitmeye başladım. Hevesim ve özlemim dolayısıyla olması gerekenden daha kısa bir süre önce varmıştım.
Arabadan inerek hızlıca yürüdüm ve o görüş açıma girdiğinde adeta donakaldım. Yine kusursuzdu, yine mükemmeldi, yine çok güzeldi...
Yarışmasına az bir süre kaldığından dolayı sürekli tekrar yapıyor, okul çıkışı hep buraya geliyordu. Onu meleğe benzetiyordum çünkü öyleydi, benim cennetten düşmüş meleğimdi.
Onu kayarken izlediğim zamanlarda kitleniyordum. Etraftaki hiçbir şey umurumda olmuyordu ve hayat ondan ibaret oluyordu.
Hoş, hayat zaten ondan ibaretti de... Çevresindeki tehlike de eriyordu sanki.
O böylesine güzelken, hangi göz ona yanlışla bakabilirdi? O böylesine kusursuzken, hangi ağız hatalardan söz edebilirdi? O böylesine mükemmel kayarken, hangi tehlike ona yanaşabilirdi?
Ah can içim, keşke benim gözümden kendini görebilsen. Görebilsen ve şu kalp çarpıntımı hissedebilsen. Çünkü sana yeminim olsun can içim, her defasında zamanında donmuş olan kalbimi öyle bir attırıyorsun ki, ölüyorum zannediyordum.
Ölüm senin elindense, ölmek de güzel, can içim. Beni öldürecek olan senin ellerinse durur muyum zannediyorsun? Bana dokunman için ölürüm de, o zamana kadar yaşarım da, can içim.
Bizim zamanımız gelecek, biliyorum. Bir gün karşına çıkabileceğim. "Bak," diyeceğim. "Bak, ben Boran. Tanışalım mı?"
Sen de beni reddedeceksin, biliyorum, çünkü seni tanıyorum. Ama sen beni tanımıyorsun. Belki de ilk defa suçsuzum, yine de suçlu hissediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mart Dokuzu
FantasyGenç kız kaymaya devam etti. Üşüyordu ama bunu sorun etmiyordu. Üşümek istiyordu. Ayağının altındaki kaygan zemin, ona iyi geliyordu. Fakat bu sefer iyi hissetmiyordu. Üzerinde bulunduğu buzun ince olduğunu biliyordu. Buzun çatırdama seslerini duyma...