🔥 MALİKANE

16.7K 1.6K 196
                                    

37.Bölüm

"Archer!" dedim fısıltıyla.

Kalbime çöreklenen, bedenimi yakıp giden acı eşsizdi. Yerimden kendiliğimden kalktım. Hareketlerim hipnotize olan birinin davranışlarını anımsatıyor, ruhum kaynar kazanlarda geziniyordu. Bu sırada çevremde olup biten şeylerin çok azının farkındaydım.

Mesela herkesin çıt çıkmadan beni dehşetle izlediğini biliyordum. Bir tiyatro ya da dans gösterisi seyreder gibi izlediler. Yutkundum. Ne yapacağımı bilmiyordum ama gitmek istediğim bir yer vardı. "Kreon beni malikanene götürür müsün?" diye sordum.

"N-neden?" Kekeleyerek sorduğu sorudan sonra ayağa kalktı. Daha evvel görmediğim kadar acı içindeydi duruşu.

"Beni oraya götür. Tek istediğim bu!" İtiraz kabul etmesin diye, "Lütfen!" dedim yalvarırcasına. 

"T-tamam." dedi. Kederli bakışlarını izlemek istemediğim için gözüm sadece yerdeydi.

Elimi tuttu ve sarmaşık yolların aşağısına doğru atladı. Dev bir canavar olan devasa ejderha bedeni yavaş yavaş kulübelerin ardında yükselirken; sadece bir kez bindiğim vücuduna aşina hareketlerle bindim. 

Siyah kaplı deri sırtına yerleştim ve düşmemek çıkıntıları yakaladım. Burnundan aldığı derin derin nefesler Kreon'un da en az benim kadar keyifsiz olduğunu gösteriyordu. Az evvel olduğu gibi bütün neşem çekilmişti. Tek istediğim şey o malikaneyi görebilmekti. 

Üstüne oturduğum kara ejderha, bizi seyreden konukların gözü önünde yavaş yavaş yükseldi. Hiç kimse bir şey yapmıyor, bizi durdurmak için bir girişimde bulunmuyordu. Bulanmayacaklarını da biliyordum. Kreon bile isteğime karşı gelememişti. Onlar önümde nasıl duracaktı?

Kreon sık aralıklı yağmur ormanlarında nereye gideceğini bilir halde giderken, Hellion'un ağaçlarda asılı olan kulübeleri gerilerde kalıyor, vadi kıvrılarak bize yol açıyordu. Bu aşamada ne Kreon konuştu ne de ben konuştum. Neden sustuğumuzu ikimiz de iyi biliyorduk.

Yol neredeyse beş dakika gibi bir zaman diliminde bitti. Borgias malikanesinin Hellion şehrinin göbeğinde yer alan başka bir gök adada yer alıyordu. Bu ada metrelerce büyük olmasına karşın sadece Kreon'un büyük malikanesini ağırlıyor; başka hiçbir evi misafir etmiyordu.

Yabani otların kapladığı artık kimsenin yaşamadığı belli olan bu ıssız harabeye yaklaştığımızda, Kreon gittikçe yavaşladı. Metrelerce uzunluğu bulan mermer merdivenlerin önüne başına gelince durdu ve beni merdivenlerin iki yanında duran ejderha heykellerinin yanında indirdi. 

Yere ayak bastığımda Kreon'un arkamdan yetişmesini beklemedim bile. Dökülmeye başlamış merdivenleri tırmanırken; bakımsız bahçenin çirkinliğinde boğuluyordum. Suları akmayan fıskiyeli havuzlar, budanmamış ağaçlar, bütün merdivenleri çürüten yosunlar... Rutubet kokusu bu lanetli yeri olması gerektiği gibi sarmıştı.

Bu malikane ne çiçek kokusunu ne de çimen kokusunu hak ediyordu. İğrençliğin ortasında can bulmuş heykeller bile yüzlerinin yarısı kırılmış, yarısının renkleri solmuş halde selamlıyordu. Hepsi büyük bir cenazenin ardından arta kalan kabus dolu şeylerdi.

Kapısı kırılmış malikanenin büyük salonuna girdiğimde boğazım çoktan kurumuştu. Yağmurdan dolayı ıslanan kırmızı kilimleri büyük bir tiksintiyle geçtim. Duvarda asılı olan Borgis krallarını incelemek için bile durmadım. Altın kaplı çerçeveleri, boyası dökülmüş duvarlara göre fazla süslü kalıyordu. Neyse ki yüzleri karalanan resimler bu süsü engelliyorduç

Salonu ölüm sessizliğinde geçtim. Çalınmak üzere bekleyen piyano bile o an gözümde değildi. Bir zamanlar Axel'in malikanesinde heves ettiğim bu müzik aleti beni katil bakışlarla süzüyordu. Ufalanan perdeler, kararan gümüş eşyalar, kılıkları ortaya çıkmış koltuklar... 

Kreon'un üç yıldır mağarada yaşadığını doğruluyordu. Neden buraya gelmediğini, neden buradan vazgeçtiğini biliyordum. Elimde olsa her şeyi yıkar, kırar ve devirirdim. Belki de yakardım. Ateşin çözemeyeceği bir şey var mıydı bu hayatta?

Soğuk koridorların bitiminde karşıma çıkan odalardan hangisine gitmek istediğimi biliyordum. Kreon arkamda beni izlerken asla konuşmuyor, burayı neden keşfetmek istediğimi düşüncelerimden okuyor olmalıydı.

İçimi yakan, kalbimi sıkan tek şeye ihtiyacım vardı. Bu sırada ağladığımın bile farkında değildim. Sıcak göz yaşları omzumu ıslatmaya başladığında ancak farkına varabilmiştim. Fakat ağlamak umurumda bile değildi. Elimden gelse yüzyıl boyunca ağlardım.

Karşıma çıkan iki kapılı büyük odayla duraksadım. Nefeslerim düzensizleşiyor, birilerini öldürmek istiyordum. O kapının önünde kaç dakika beklediğimi, ne kadar uzun süre kakmalı desenlerini incelediğimi bilmiyordum. Eğer kapı dile gelseydi bu odadan kurtulmak isterdi.

Kreon da bekliyordu. İçeri girmemi, orayı görmemi... Nefes alış verişlerini, ağlama hıçkırıkları tam dibimdeydi. Fakat onu teselli etmek aklımın ucundan geçmiyordu.

Kolu kıvırdım ve bir zamanlar kalbimi bıraktığım o odaya adım attım. Mavi çiçek desenli dolaplar, gül ağacından yapılma eşyalar, rüzgardan oynaşan mavi perdeler... 

Titriyordum. Zangır zangır titriyor, etim, ruhum dövülüyordu. Odanın ortasına gidene dek kaç kez ölüp dirildiğim aklıma gelmiyordu. 

Burnuma O'nun kokusu gelene dek çığlıklarım içimde hissiz kaldı. İnci kakmaları olan süslü beşiğe geldiğimde elime doladığım mavi battaniyeyi kendime doğru çektim. Burnuma götürdüğümde, "Oğlum!" diye mırıldandım. "Archer!" 

Odanın ortasında çığlıklarım yankılanırken Kreon beni yere düşmeden kollarımdan yakaladı. 

KAYIP YILDIZ (BİTTİ)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin