24. Bölüm

644 20 1
                                    


Gözlerimi hafifçe aralayarak bulanıklığın geçmesini bekledim. Beyaz ışıktan dolayı yanan gözlerim, görmem konusunda yardımcı olmuyor, aksine daha çok korkmamı sağlıyordu.

Neden buradaydım?

Daha önemlisi burası neresiydi?

Zihnimin yavaş yavaş kendine gelmesinden kaynaklı olarak hızlıca gözlerimi açtım. Annemi gördüğümü hatırlamamın bu kadar uzun sürmesi benim için şaşırtıcı bir şeydi. Ne kadar zaman olduğunu bile kestiremediğim zamandır -kısaca uzun zamandır demek istiyorum, annemi arıyordum ve boynuma batırılan bir iğneyle karşılaşmak düşüncelerim arasına son sıradan girebilecek bir şey bile değildi. Annemi gökte ararken yerde bulmuş, onun karşıma çıkmasıyla afallamıştım. Onu aramak için yollara düşmüş olmamın yanı sıra kafamı karıştıran şey, neden hala sevinmediğimdi. Onu özledim, onu sevdiğim için arıyordum. Neden hala sevinmiyor, annem nerede diye çırpınmıyordum? Gerçekten davranış şekli ve karşılanma biçimi, bir insanın düşüncelerini bu derece etkileyebilir miydi?

Kafamı hafifçe kaldırarak nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Hala net bir şekilde göremesem bile, bir sedyede olduğumun farkındaydım. Etrafta kan aradım fakat kandan iz yoktu. Yavaşça doğrularak ellerimi vücudumda gezdirdim. Eğer bir terslik olduğunu fark edersem -elime kan gelirse ya da aklınıza gelebilecek daha farklı bir sürü psikopatça şey- bir plân yapar, çok olmadı sessizce ölmeyi beklerdim. Annemi ararken anladığım çok önemli bir şey vardı. Bağırmak, çığlık atmak karşıdakini kısa bir an korkutmak ve daha da sinirlendirmekten başka bir şey yapmazdı. Ne olursa olsun ilk yapılacak şey, plân yapmak ve kaçmayı denemekti. Sonuç olarak istedikleri takdirde her şekilde öldürülebilirdim. Neden kaçmaktan bir zarar gelsindi? Ölümüm kısalaşırdı ki bu benim işime bile gelirdi.

Ayağa kalkarak bir süre bekledim ve adım attım. Yürüyebiliyordum, hala bir şansım vardı.

Anlayamadığım annemin ilginç bir giriş yapması ve beni beyazlardan oluşan, neredeyse öldüğümü sanacağım bir odaya kapatması değil bayıltmasıydı. Hangi insan kendi öz kızını bayıltırdı? Cevapları duyar gibiyim.

Kapıya doğru bir adım attığım sırada açılan kapı bir adım gerilememi sağladı. Üzerimde herhangi bir kesici âlet olmayışından ötürü elimi yumruk yaparak bir kavga bekledim. Fakat gelen çıtı pıtı bir kızdı. Bana vurduğu takdirde vurmama gerek yoktu, muhtemelen incecik bileği çoktan kırılmış olurdu.

Elime bakınca suratına yayılan korkudan amacının kötü olmadığını çoktan anlamıştım. Bir analize bile gerek yoktu.

"Zarar vermeye gelmedim," diye mırıldandı. "Doğrusu sadece size değil, birine zarar verebileceğimin bile mümkün olduğunu sanmıyorum. Sadece izninizle size biraz burayı tanıtacağım, sonra annenizin ve arkadaşlarınızın yanına sağ salim ulaşmanızı sağlayacağım."

"Arkadaşlarım?" dedim nefesimi tutarak.

"Merak etmeyin," dedi gülerek. "İyi olduklarından emin olabilirsiniz."

Kapıyı geçmem için açarak hafif geri çekildi. Bu bir nezaket kuralı mıydı yoksa hala benimle ilgili birkaç şüphesi var mıydı, emin olamıyordum. Doğrusu nazik, kibar kız olarak anılmaya çok alışık olsam bile, insanların bir kereliğine bile olsa benden korkuyor olma ihtimali hoşuma gitmemiş değildi. Kendimi gereksiz bir öz güvenle kaplanmış gibi hissediyordum. Ben öz güveni değil, öz güven beni hissediyordu.

Kendi kendime kıkırdayarak kapıdan çıktım. Kız bana ilginç bakışlar atarak kapıyı kapattı.

Doğrusunu söylemek gerekirse akıl hastanesini andıran bir yer bekliyordum fakat hayal ettiğimin aksine, bir üssü andırıyordu. Daha önce sadece filmlerden ya da dizilerden üs gördüğüm düşünüldüğünde ilginç bir deneyimdi. Kendimi bir taraftan alışveriş merkezinde gibi, bir taraftan uzay gemisinde gibi hissediyordum. Tarif edemeyeceğim bir duyguydu fakat bir o kadar korkunçtu.

Anka: Ateşten BuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin