12. Bölüm

647 39 57
                                    

Hiç hayatınızın yanışına şahit oldunuz mu?

Ben oldum.

Sonu olmayan bir merdivene tırmanmak gibiydi. Sonunda yorulup düşeceğimi biliyordum, buna rağmen izledim. Her anıyı teker teker inceledim, derin bir süzgeçten geçirdim. En iyilerini alıp yanıma koymak, kötülerini o yangınla kül etmek istedim. Özenle gözlemledim, özenle sevdim her bir anıyı. Yanışlarına birer birer şahit oldum, anında özledim hepsini. Fakat sonra ne elimde ne de yanımda anı kaldı. Tüm o anılarla yanan bir ben vardım; peki artık ben var mıydım?

Her acı olayın sonunda kendime ilk sormam gereken soru 'Hala var mıyım?' olmalıdır diye düşünürdüm. Eğer var olduğumu hissediyorsam -ki bu hala ayakta olduğumun göstergesidir- hayatıma devam etmeye, yaşamaya, her sabah derin bir nefes almaya hazırım demektir. Yaşadığım acı beni düşürmüş fakat ben kalkabilmişim, en fazla dizim yaralanmış, topallayarak gitmişim eve. Eğer hissetmiyorsam dedikten sonra gelecek cevabıysa hiç düşünmemiştim. Düşünmeme gerek kalmamıştı. Hiç, her düştüğümde kalktım ama bu seferkinde kalkamayacağım, dememiştim. Zaten bu yüzden artık düşünme vaktinin geldiğini biliyordum.

Artık, eğer hissetmiyorsam, dedikten sonra gelmesi gereken cümleyi biliyor ama kabullenmek istemiyordum.

Düşmekle aynıydı. Var olduğunu hissetmekle hissedememenin arasındaki tek fark, hissettiğinizde diziniz yaralanıyordu ama kalkıyordunuz, hissedemediğinizdeyse boşluğa düşmüş oluyordunuz. Boşluktan kurtulmak için birine, kendinize ihtiyacınız vardı ama çok geçti, çoktan yok olmuştunuz.

Ben Arya Andaç...

Her kayboluşunda kendini bulmayı alışkanlık haline getiren kız.

Yine kayboldum.

Bu sefer kaybolmamın sebebi kendim değildim. Bu sefer parçalarımı bir denize öylesine savurmadım, hayattan, yaşamaktan kendi isteğimle vazgeçmedim. Bu sefer her şeyi unutacağım diyerek tüm ailemle kavga etmedim, eve geç kalmadım. Hayır, kendimi riske atacak bir şey bile yapmış sayılmam henüz.

Bu sefer tüm hayatımın cayır cayır yandığına seyirci oldum. Anılarımın olduğu, doğru düzgün evim bile diyemediğim evimin yanışını, patlayışını izledim ve belki dakikalar önce oradaydım. Bu kadar acıtmasının sebebi bu olabilirdi.

Birkaç dakika önce evimdeydim ve artık bir evim yoktu.

"Bana söyleyeceğin şey neydi?" dedi Arel. Ne zamandan beri yanımda oturduğuna dair bir fikrim yoktu. Kendimi öyle kapamıştım ki, çoğu zaman karşımda duran insanın ne söylediğini bile duyamıyor, anlayamıyordum. "Ekin bağırıp herkesi başına toplamadan önce bir şey söyleyecek gibiydin?"

Onaylarcasına kafamı salladım. "Söylerim," dedim. "Pek havamda değilim."

Bakışlarını kısa bir süre üzerimde gezdirip, elinin tersini alnıma koydu. "Ateşin yok aslında," dedi kaşlarını çatarak. "Ayrıca havalar sıcak, yani grip olman imkânsız bence."

"Neden?" dedi Atakan, saatlerdir televizyonda izleyecek bir şeyler aramasına rağmen kanal değiştirmekten vazgeçmiyordu. "Yazın hasta olunmaz diye bir kural mı var?"

Dudaklarını büzerek Atakan'a döndü Arel. "Öyle bir kural yok, ayrıca bence dedim. Anlayabilmen için hecelere falan mı ayırmamız gerekiyor?" Atakan Arel'e bakmamaya devam ediyordu. "Derdin ne? Eğer benimle aynı ortamda bulunmak istemiyorsan, benden haz etmiyorsan ya da bir kuyruk acın varsa takımın bir parçası olmana gerek yok."

"Yani?" dedi Atakan umursamazca.

"Yani diyorum ki, sağa döndükten sonra merdivenlerden in, karşıda kapı var."

Anka: Ateşten BuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin