9. Bölüm

1.2K 45 43
                                    


Saat 3'tü.

Gecenin 3'ü.

Bir günün çoktan bittiği, bir neslin çoktan yitip gittiği saat...

Düşüncelerimi susturmanın ve zihnimi dinlendirmenin tek yolunun gökyüzünü izlemek olduğunu sanıyordum. Fakat gökyüzü sadece izliyordu. Sanki izlediği bir filmde her şey ne kadar kötüye giderse gitsin filmi kapatmayan izleyici gibiydi. Sonu kötü bitecekti, biliyordu ama ne durdurmaya takati vardı ne kapatmaya. Ne izlemekten kendini alabiliyordu ne ağlamaktan. Bu aydınlık gecede yağan karanlık yağmurun sebebi bu olsa gerekti.

Aslında zihnimde neler olduğundan emin değildim. Tek bildiğim büyük bir karmaşa yaşanıyordu. Gereksiz bir şekilde, kurduğum her cümlenin başında hoşlanmadığımı belirttiğim bir çocuk için buradaydım, bu bahçede nefes alıyor fakat alamıyordum. Artık az çok ondan hoşlandığımı kabul etme vaktinin geldiğinin biliyordum ama öyle geçti ki, benim böyle bir şeyi kabul etmem onun gideceği gerçeğini değiştirmiyordu. Birkaç kez acaba gitmek yerine kısa bir süre sorgular ve benimle kalmayı, yanımda olmayı seçer mi, "Baban beni ilgilendirmez," der mi diye düşündüm. Her seferinde öyle bir şey olmayacağını biliyordum. Zaten şu dünyada bilinmeyen şey yoktu, mesele kabullenmekte değil miydi?

Battaniyeyi üzerime iyice çekip, bardağı sıkıca tuttum. Elimin titremesinin sebebi, her zaman ki gibi, korkuydu ama bu sefer kaybetme korkusuydu. Uyuyamayacağımı anlayıp bahçeye indiğim andan itibaren bu korkunun yarın yapılacak yeni plândan korktuğum için olması gerektiğini söyleyip durdum kendime. Oysa uykularımı kaçıran gerçeklerdi.

"Bu saatte kahve mi içiyorsun?"

Korkularınızın üstüne gitmeye gerek yoktu, onlar sizi bulurdu.

"Hayır," dedim bardağı Arel'e uzatıp. "Sıcak çikolata."

Elimden alıp tadına baktı. "Olmuş," dedi hızlıca. Bardağı bana uzattı. "Peki, neden bu saatte buradasın?"

"Sen neden buradaysan o yüzden."

Oturduğu yerden biraz ileri gelip daha rahat bir pozisyon aradı kendine. "Ben yatağında bir Arya göremeyince korkup geldim. Sen de mi kendini göremedin?"

Neyi göremediğimi bilmiyorum ama tek görebildiğim şey yakında kalbinde, beyninde ve hayatında olmayacağım, demek istedim kısa bir an. Birkaç cümleyle, babamın suçu, ben bir şey yapmadım demek belki? Bakmakla yetindim. Henüz bir şey söyleyemezdim.

Suratımı ele geçiren buruk gülümsemeye aldırış etmeden cevapladım sorusunu. "Kendimi görmek istemedim."

"Neden?" dedi bardağı elimden alarak. Bir yudum daha alıp yaramaz çocuk imajına büründü. "Görülmeyecek gibi değilsin."

"Sevilmeyecek gibi değilsin," diye karşılık verdim. Benden böyle bir şey beklemiyormuş gibi kaşlarını kaldırarak bana döndü. Fakat bu şaşırma yerini yavaşla kocaman, durdurulamayan bir gülüşe bırakırken kafasını çevirdi.

"Çok aptalca ama..." dedi kısa bir an durup. "Galiba utandım."

Ne arada geldiğini anlamadığım bir gülüşle geriye gidip, "Şaka yapıyorsun?" diye mırıldandım. "Akşam yemeği konusunda belimden tutup kendine çeken oğlan şu an utandı mı?"

"Hiç hayatında utanan bir erkek görmemiş gibisin," dedi, zamanla klâsik bir Arel-Arya cümlesi olacak gibiydi.

"Hiç hayatında bir kızdan utanmamış gibisin," dedim.

Sonunda kafasını bana çevirip kısa bir süre inceledi. Oturduğu yerde bana doğru dönerek yeniden rahat bir pozisyon aldı. "Boş ver utanmamı," dedi. "Zaten senin yanında oldukça daha çok olacak gibi."

Anka: Ateşten BuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin