8. Bölüm

2.9K 56 54
                                    

Bundan yıllar önce, bir gün bir arabanın karşısına dikilip ellerini göğsünde birleştireceksin ve dünyanın en havalı insanı gibi hissedeceksin, deseler, 'Hadi canım!' derdim. Belki kısa bir süre alay eder, aklıma geldikçe gülerdim.

Oysa şimdi bir arabanın tam önünde -olay bir arabanın önünde durmamın aksine asla haz etmediğim ve düşman ilân ettiğim bir adamın arabasının önünde durmamdı, ellerimi göğsümde birleştirmiş, dimdik duruyordum. Kendimi gerçekten dünyanın en havalı insanı gibi hissetmem bir yana zerre korkmuyordum. Bundan mutluluk duymam gerekip gerekmediğinden emin değildim ama mutluluğun aksine, sanki hayatımda yolunda giden tek şeymiş gibi hissediyordum. Sanki yıllardır bu anı bekliyormuşum gibi, sanki çok uzun zamandır korkmamaya muhtaçmışım gibi...

Fatih tam gözlerimin içine bakarken fark ettim korkmadığımı. Bakışlarındaki öfke korkutmaktan çok içimdeki kinin artmasını sağlıyordu. Ona olan nefretim öyle taze ve öyle saftı ki, böylesine kirli bir duygunun nasıl böyle saf olabildiğini aklım almıyordu. Dünyanın en kirli duygusuydu, nefret. Kabuk bağlayan bir yaranın yeniden ve yeniden kanatılması gibiydi onu hissetmek. Yaranın geçmesi, nefretin bitmesi için kabuğu kaldırırdınız ama o yara hep kanardı.

Her iyiliğin bir sonu vardı, kötülüğün baki olması bundandı.

Yağmur'un korku dolu, titreyen bedenine kısa bir bakış atarak, sol ön kapının camına tıklattı Arel. Bakışlarında nefretten ve öfkeden çok galipliğin verdiği bir alay vardı. Dudağının kenarının yukarı kalkışından anlaşılabilecek bir alaydı.

"Bizi özlediniz mi Fatih Bey?" dedi Fatih camı indirirken. Bir yorum yapmasına izin vermedi Arel. Diğer eline yerleştirdiği, küçüklüğü yüzünden belli bile olmayan silâhı yavaşça yukarı kaldırdı. "Ödünç almıştık, sorun etmediniz umarım?" Söyleyiş tarzından soru sorduğu ortadaydı ama Fatih bir cevap verme gereği duymadı.

Dikiz aynasına kısa bir bakış atıp, "Arkadaki araç bir şeylerin ters gittiğini anlayacak," dedi dişlerini sıkarak Fatih. Öyle sesli söylemişti ki, arkadaki aracın tersliği anlamasını istiyor gibiydi. "Bunu burada halletmek istediğine emin misin?"

Atakan camdan kafasını uzattı. "Benim için bir sorun yok," dedi Fatih'in net duyabileceği bir ses tonuyla. Ekin'e çevirdi kafasını. "Senin için bir sorun var mı?"

Bulunduğum yerden Ekin'in tepkisini göremesem de, "Biz rahatsız etmeyelim, siz devam edin," dediğini duydum.

Arabanın üst tarafından kafasını uzattı Giray. "Bana soran olmadı ama mısıra hayır demezdim." Arel'in gülmemeye çalışan ama ciddî ifadesiyle içeri girdi.

İçimde hafif hafif oluşan tedirginliğin sebebi Fatih kaynaklı değil, biraz biz kaynaklıydı. İlk defa böyle şeylere kalkışmamıza rağmen -en azından benim bildiğim ilk defa, öyle rahattık ki sanki yıllardır insanların önünü kesiyorduk. Uzaktan gözlemleyen birisi Arel'in sürekli silâhlı gezdiğini ve bizim bunu hep doğal karşıladığımızı düşünebilirdi. Yağmur ve Ekin'deki korkunun bariz olmasına karşın, Giray ve Atakan'ın bir o kadar korkmuyor oluşuydu korkutucu olan. İkisinin de az çok iyi insanlar olduğunu ve en azından Giray'ın serseri olmanın çok uzağında bir çocuk olduğunu bilmesem, onlarla birlikte olmaktan tedirgin olabilirdim. Aslında şimdiden biraz öyle gibiydim.

Uzun bir süre kendimi çok daha kötüsüne alıştırdığım için ve asla plânın istediğimiz gibi işlemeyeceğini düşündüğüm için, şu anda herhangi bir tehlike olmamasından ötürü rahattım. Fakat Fatih'in bizden bir farkı olmadığını, sinirli görünmesine karşın rahat olduğunu yavaş yavaş kavramamla rahatlığım son buldu. Kendime sürekli, belki de yolunun kesilmesine ve bir grup insanın birazdan onu tehdit edeceği gerçeğine alışkın olduğunu söylesem de, her şeyin bundan ibaret olmadığını biliyordum. Buna rağmen, Arel'in birkaç cevap almadan asla Fatih'in peşini bırakmayacağının da farkındaydım.

Anka: Ateşten BuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin