26. Bölüm

436 17 3
                                    

Karşımda duran bal gözlü çocuğa baktım dikkatlice. Umursamaz duruyordu hatta durmakla kalmıyor, her hareketiyle umursamaz olduğunun sinyallerini veriyordu. Biraz yaramaz denilebilecek türdendi. Yaptığı her davranıştan, söylediği her sözden bu gibi durumlarla çok uzun zamandır karşılaştığı belli oluyordu. Babamın işini devralmak birini ilk kandırışı olmayacak, adamlarından birine zarar vermek birini ilk öldürüşü olmayacak gibiydi.

Özüyle bile bizden çok farklı bir insandı, Yiğit. Arel eğlenceli, komik bir tipti ama bu kadar umursamaz değildi. Birini öldürmeyi, birine zarar vermeyi böyle hafife alacak biri hiç değildi. Atakan zaten kötü biri olduğunu kabul etmesine rağmen hiçbir zaman bir işe böyle istekli atılan biri olmamıştı. En azından birine zarar vermeli konularda...

Farklı biriydi Yiğit. Esprileri farklıydı, bakışları farklıydı, ses tonundan mimiklerine, siyah yüzüğünden yırtık pantolonuna kadar farklı biriydi. Asiydi, bal rengi gözlerinden anlamak zor değildi. Kendi haline bıraktığı kızıl saçları, Türk olmadığını düşündürüyordu fakat adı ve soyadına baktığımızda Türk olduğunu anlamak için herhangi bir çaba sarf etmemize gerek kalmıyordu. Bütün bunların haricinde hoş biriydi, Yiğit. Ona âşık olmasanız bile cümleleriniz ondan bahsederken ilginç bir şekilde onsuz yapamayacak haldesiniz gibi bir hale gelmeye başlıyordu. Kelimeler onunla birleşiyor, nokta sona gelmekten vazgeçiyordu.

Her şeyin bir başlangıcı olduğu gibi bir sonu da vardı. Unuttuğum şeyse, benim bir sevgilim vardı. Bu yüzden tam şu anda Yiğit meselesini kapatmazsam, ona bakarken salyam akabilir ve Arel beni vurabilirdi. Evet, Yiğit meselesi şu an kapandı ama Allah Yağmur'a bağışlayarak inşallah öldürmekten beter etmez çocuğu.

"Yani?" dedi Yiğit anneme bakarak. "Dünyanın en kolay plânını neden gittikçe zor hale getiriyorsunuz, anlamıyorum. Birincisi, herkes zeki olabilir, önemli olan size verilen zekâyı kullanmanın bir yolunu bulmakta. Aramızda tek bulan ben olduğuma göre burada plânları ben yaparım."

Durdu annem. "Nasıl buldun?" dedi. "Yerin altında bir yeri bulmak, konu YİT ise imkânsızdır."

"Biraz vaktimi almadı değil," dedi Yiğit. Hala umursamaz konuşuyordu. "Fakat diğer uğraşlarımın yanında vakit ayırdığım bile söylenemez." Suratındaki sırıtışla Ekin gülmeye başladı. Neden güldüğünü anlamam için Atakan'a bakmam yeterliydi. Suratındaki iğrenen ifadeyle Yiğit'e bakıyor, Arel'e 'bunu niye çağırdın?' bakışları atıyordu.

"Tamam," dedi annem. Andaç Holding'in arka kapısında aracı kenara çekmiş bekliyorduk. Holdingden çıkan adamın kıyafetinden orada çalıştığını anlamak zor değildi. Elindeki sigarayı hızlıca yakarak gözlerini arabadan ayırıp etrafına baktı. "Şüphelenmeye başlıyor," diye devam etti annem. "O içeri girene kadar bekleyeceğiz. Sonra içeri gireceksiniz. Ben burada size yol falan gösteririm."

Aklıma gelen Giray'la derin bir nefes aldım. Annem bana dönerek ne olduğunu soran bakışlar atsa bile artık odak noktam Giray değildi. Gözlerim, birbirlerine kısa bir bakış attıktan sonra, Yiğit'e göz kırpıp kapıyı işaret eden Arel ve Yiğit'in üzerindeydi.

Yiğit hızlı bir hareketle kapıyı açarak, "Ağabey," diye bağırdı. Cebinden bir kâğıt çıkararak adama doğru ilerledi. "Kusura bakma rahatsız ediyorum, şu adresi arıyoruz ama bir türlü bulamadık."

Adam elindeki sigarayı yere atarak ayağının ucuyla ezip kâğıdı görebilmek için hafif eğildiği sırada, tek hareketle boynunu kırdı Yiğit. Ellerimiz hızlıca ağzımıza giderken gözlerimiz kocaman olmuş bir şekilde annem, Ekin ve Yağmur'la bakıştık. Atakan kaşlarını çatmış izliyor, Arel'se suratında hafif bir tebessümle bakıyordu. Bu bakışların ne kadar korkutucu olduğunu bildiğimden herhangi bir yorum yapma gereği duymadan Yiğit'e döndüm. Adamı çalıların arasına çekerek, cebinden birkaç anahtarı aldı. Anahtarı arabaya doğru elinde sallayarak yanına çağıran bir işaret yaptı.

Anka: Ateşten BuzHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin