Gökyüzünde yalnız gezen yıldızlar
Tak tak tak
Yeryüzünde sizin kadar yalnızım
Tak tak tak
Bir haykırsam belki duyulur sesim
-Lâl canım, açar mısın yemek getirdim!
Ben yalnızım ben yalnızım yalnızım
-Hadi güzelim, kaç saattir bir şey yemedin!
Topuklu ayakkabılarımın üstünde zar zor yürüyerek şarkıyı kapattım. Kapının önündeki ses bundan ona kapıyı açacağımı anladığından sustu. Ağır ağır yürüdüm. Ayaklarım ağrısa da duruşum dimdik. Yani galiba öyle. Kapının kilidini üç kez çevirdikten sonra kolunu aşağı bastırıp kapıyı kendime çektim. Hatice abla beni gördüğünde gulyabani görmüş gibi gözlerini açtı.
-Gözlerinin hâli ne? Ne yaptın kızım sen kendine?
Kocaman bir kahkaha attım. Hatice ablanın gözlerinin hâli neydi asıl? Kahkahalarım kesilmeden devam ettiğinden soluksuz kalmaya başladığımdan kendimi yatağa attım. Bacaklarım ve başım o kadar ağrıyor ki... Gözlerimin önüne karanlık çöktüğünde kör olduğumu düşündüm. Bu gülüşümü daha da kuvvetlendirdi. Sonra bir el kolumu kavradı.
-Sen hiç iyi değilsin.
Kahkahalarım durdu. Hatice abla beni yatakta doğrultup bana sarıldı ve ben sanki gecelerdir ağlamıyor gibi yeniden ağlamaya başladım. Benden ayrılıp yüzüme baktı. Platin sarısı, gösterişli peruğumu çıkarıp yatakta bir yere koydu.
-Gel bir banyo yapalım, yüzünü gözünü yıkayalım, olur mu?
Gözlerim yanarken boğazım ağrıdığından yalnızca kafamı salladım. Hatice abla beni kaldırdığında bir köşeye kıvrılıp bu hüzünlü karmaşada uyumaya çalışan kedime baktım.
-Önce onu besleyelim.
Ben aşağı inmeye hazırlanırken Hatice abla, ne zaman oraya bıraktığını bilmediğim tepsiden bir kâse kuru mamayı alıp kedimin mama kabına döktü.
-Afiyet olsun bebeğim, dedi sevimli bir şekilde.
Onun böyle konuşması hıçkırıklarımı arttırdı. Bana doğru yaklaşıp koluma girdi ve beni odamdaki banyoya soktu. Sabırla küvete girmemi bekledikten sonra üstümü çıkarmama yardım etti. İç çamaşırlarımla kalıncaya dek kıyafetlerin üstümden çıkıp gitmesine izin verdim. Kollarımı bağlayıp Hatice ablayı bekledim, elinde pamuk ve makyaj çıkarıcı ile bu bekleyişe son verdi. Ağlamaktan şişmiş gözlerimdeki gösterişli fakat ağlamaktan bozulmuş makyajımı sildi. Ben ise rujumu sağ elimle silmeye çalışırken daha da dağıttım. Yaptıklarımı umursamayarak işine özenle devam etti. Peruk bonesini de kafamdan çıkarıp bir köşeye fırlattıktan sonra saçlarımı fırçayla, sanki onlar her an kırılacakmış gibi taradı. Kafam acayip rahatladı ama hala sinüzit ağrısından ölüyorum. Musluğu sıcak yöne çevirip eliyle suyun ısınıp ısınmadığını kontrol ettikten sonra duş başlığını banyo kovasına koydu ve kovanın dolmasını bekledi.
-Gözlerini kapat Lâlciğim, dedi fısıldar gibi.
Yüzümü köpürte köpürte yıkadıktan sonra kovaya dolmuş suyu maşrapayla alıp kafamdan aşağı boşalttı. Tüm dertlerimin su ile birlikte akmasını istedim. Tık diye bir ses geldikten sonra elleri saçlarıma değdi, yavaş hareketlerle parmaklarını saç diplerimde gezdirdi ve uzun süre köpürttü. Sonra o sıcak su yine tepemden dökülerek küvete çarptı. Bir süre durduğunu sandım ama omzuma pürüzlü bir şey değdiğinde o esnada örgü lifi köpürttüğünü anladım. Kollarımı, bacaklarımı ve sırtımı keseledikten sonra yine o mayıştırıcı sıcak su ile bedenimi buluşturdu. Sonra durdu, gözlerimi açtım.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burgonya
RomanceBir zamanlar bana onun geri döndüğünü söyleseler belki de ağlardım. Ama o, şimdi benim için bir yabancıdan farksız. Bugün geliyor... ●Argo dil ve küfür içerir.●