Saat beş buçuk. Telefonun alarmı çalmadan uyandım, zaten her gün aynı saatte kalkar ve koşuya çıkarım. Bugün de öyle yapacaktım tabii ki. Yerimden fırlayıp spor kıyafetlerimi giydim. Kulaklığımı telefona bağlayıp şarkı açtım. Bu sefer nedense Sezen dinleyesim gelmemişti, ben de Sertab açtım. Merdivenlerden aşağı indiğimde elinde tabletiyle salonda oturan babamı gördüm,
-Günaydın!
Kafasını kaldırıp bana gülümsedi,
-Günaydın canım kızım. Koşuyu uzun tutma, hemen ısınıp gel.
-Tamamdır kaptan!
Başlamadan önce kollarımı ve bacaklarımı esnettim. Sporda en önemli şey ısınmak ve esnemektir. Daha sonra evin önündeki yoldan koşuma başladım. Hava henüz aydınlanmamıştı. Sabahın hafif serinliğini ve rüzgarını severim. Günün doğuşunu görmek içimi huzurla doldurur hep. Aynı saatte uyanmak ise hep güvende ve tetikte hissettirir. On bir yıldır her gün aynı saatte kalkıp sporumu yaparım. Aslında bunu yapmak isteyen ben değildim ama alıştım, artık kopamıyorum. Alışınca insan kopamaz, ben Kuzey'den de kopamamıştım ama o benden gitmişti. Kuzey?
Siyah spor eşofmanlarını giymiş tam önümdeki evden -kendi evinden tabii ki- çıkarak benim koştuğum yöne doğru koşmaya başladı. Dün sanki düğüne gidermiş gibi yapıştırdığı açık kahve saçları bugün küçüklüğümüzdeki gibi dağınık dalgalara sahipti. O da mı bu saatte spor yapıyor? Gözlerimi devirdim. Daha da hızlanıp önüne geçerken bağırdı,
-Selam sabah yok mu Lâl Hanım?
Duymuyor gibi şarkımı dinlemeye devam ettim. Arkamdan koşup omzuma dokundu, sanki çok şaşırmışım gibi kulaklığımın tekini çıkardım,
-Aa sen de mi buradaydın?
Dünkü ukala ifadesini takınıp cevap verdi,
-Önümden geçtiğine göre görmüş olman lâzım.
-Görmek istemediğim insanları görmem. Ayrıca bende miyop var biliyor musun? Sen bilmezsin miyop, uzağı göremeyen demek. Sen de artık bana çok uzaksın o yüzden görememişimdir.
Çıkardığım kulaklığı geri takıp koşmaya devam ettim. Biraz sonra o beni geçip depar atmaya başlamıştı. Ona bu zevki tattırmamak için ters yöne doğru koşmaya başladım. Kendimi tutamayıp ona bakarak kahkaha attığımda dönüp bana baktı. Fazlasıyla bozulmuş gibi bir hâli vardı. Keyfim daha da yerine geldi.
Biraz da diğer tarafa koştuktan sonra artık ısındığım kanaatine vardım. Tam gaz eve döndüm. Babam hâlâ aynı yerde oturuyordu. Ona bakıp göz kırptım ve aşağı, spor salonuna indim. Biraz şınav çektikten sonra bacak ve karın çalışmaya karar verdim. Yeterince çalıştım ve epey terlediğim için soğuma hareketlerini yapıp hızlıca duş aldım. Soğuk su vücuduma iyi geldi.
Saat yediye gelmişti. Hafta sonu ailecek kahvaltı yapmak evde farzdı çünkü Beril Hanım öyle arzu ederlerdi. Islak saçlarımı hızlıca bağlayıp sekerek kahvaltı masasına yöneldim. Oturmadan önce annemin yanağına gürültülü bir öpücük kondurdum,
-Günaydın kraliçe!
-Bağırmasana deli kız. Zaten afyonum patlamamış.
-Yine niye uyuyamadın valide sultan?
-Yaz geliyor ve bizim elimizde hâlâ doğru düzgün parçalar yok. Gece bir şeyler karaladım ama yok, olmadı.
-Ben sana yardım ederim bebeğim, dedim göz kırparak. Önümdeki peynirli omlete gömülmüşken babam konuştu,
-Akşam Kemallerde yemek yiyeceğiz.
Lokmam boğazımda kaldı, öksürmeye başladım. Masadaki sürahiye uzanıp bardağıma su doldurdum. İçtikten sonra ses tonumu ayarlayamayıp bağırdım,
-NİYE?
Anlamaz bir şekilde kaşlarını çattı,
-Kuzey geldi çünkü?
-Aman ne Kuzeymiş ya bir haftadır dilinizden düşmedi. Ben dört senedir ter dökeyim; beyefendi geleli bir gün oldu, gönül tahtınıza oturdu.
Uzanıp yanağımdan makas aldı,
-Lâl Hanım kıskanmış mı?
-Ne kıskanacağım o buzdolabını...
Ben daha da hiddetlenmeden babamın telefonunun tüm sesi salonda yankılandı.
-Kemal arıyor. Alo efendim kardeşim? Sana da günaydın. Biz kahvaltımızı yaptık. Öyle mi diyorsun? Olur, gelelim madem. Haydi görüşürüz.
-Ne diyor, dedi annem meraklı sesiyle.
-Gelin de tavla oynayalım seninle diyor.
Gözlerimi devirip masadan kalktım. Harika, şimdi tüm gün o ukala ile aynı ortamda bulunacağım. Hızlıca odama girdim, bari kendimi iyi hissetmek için güzel giyineyim. Siyah-beyaz ekose eteğimi ve dekolteli, kolları bol, beyaz bluzumu giydikten sonra koyu kırmızı rujumu ve rimelimi sürdüm. Kısa, siyah saçlarıma fön çekip son olarak dizimin üstünde biten siyah çoraplarımı ve siyah rugan botlarımı giydim. Bu botlar biraz kaba duruyor ama annemin aksine ben onları seviyorum.
-Lâl! Hazır mısın güzelim?
Merdivenden ikişer üçer inip babamın yanına koştum,
-Hazırım kaptan!
Çıkmadan önce ayaklı askılıktaki küçük siyah çantamı alıp içine telefonumu attıktan sonra masayı toplayan Hatice ablaya selam çakıp babamın ardından yürüyen annemin koluna girdim. İki dakika sonra Kemal amcaların arka bahçesindeki masada oturuyorduk. Kuzey Bey henüz aşağı inmemişti. Sanki çok lâzımdı.
-Lâl kızım ne kadar güzel olmuşsun yine.
Kemal amcanın ani iltifatı üzerine utanıp gülümseyerek teşekkür ettim. Sandığımın aksine ani değilmiş, maalesef babamın cevabı üzerine anladım,
-Kuzey'i kıskandı ya ondan sana şirin gözükmeye çalışıyordur.
Kaşlarımı çatıp sert bakışlarımı babama yönelttim ki duymayı istemediğim o ses solumdan yükseldi,
-Hoş geldiniz.
Kafamı kaldırıp -arşa çıkmış boyundan ötürü epey kaldırdım- az önceki sert bakışlarımı ona çevirdim. Açık mavi gömleğinin yakasını açmıştı -kıro- kolyesini gözümüze sokmaya çalışıyor galiba. Başka yer yokmuş gibi tam yanıma oturdu.
-Babam süse püse aldanmaz. Zekâdan etkilenir.
-Yazık ki yirmi altı yıldır senden bir gün bile etkilenememiş.
Kemal amca kahkahasını tutamadığında zafer gülümsememi yüzüme yerleştirdim. Annemse kızmıştı,
-Ne alıp veremediğin var şu çocukla?
Şuh kahkahamı atıp konuştum,
-Şaka yapıyorum valide sultan, kızma.
-Karışma Lâl kızıma, Beril. Ben seviyorum onun esprilerini.
Kemal amcadan desteği alınca arkama daha çok yaslandım.
Hava kararıp akşam soğuğu başladığında içeri geçtik. Belgin teyzenin isteği üzerine piyanoyla birkaç parça çaldım. Yemek yedikten sonra koltuklara oturduk. Ben her zamanki tekli olana kuruldum.
-Vay keratalar vay... Siz de büyüdünüz. Biz sizin yaşınızdayken-
-Biz sizin yaşınızdayken savaş vardı, kıtlık vardı mı diyeceksin babacığım, dedim bıkmış ses tonumla.
-Hayır kızım annenle yuva kurmuştuk. Hatta sen bile doğmuştun. Ufacıktın, sürekli ağlardın. Sen doğduğun gün Kuzey de hastanedeydi bizimle. İki aylıktı daha ama o senin gibi değildi, akıllı uslu bir şeydi.
-Asıl Gökçe, sabaha kadar uyutmazdı bizi, diye lafa karıştı Kemal amca. Sonra sevgi dolu bakışlarını Belgin teyzeye yöneltti,
-Sen ne güzel kadınsın be Belginim, bana iki tane evlat verdin. İkisi de sana çekmiş, iyi ki de çekmiş.
-Ay Kemal başladın yine, dedi Belgin teyze aksine çok mutluydu.
-Eee Lâl kızım, evlenmeyi düşünmüyor musun? Şöyle güzel bir kız çocuğu şurada koştursa ya.
Kemal amcanın sorusu yüzünden neredeyse çayımı püskürtecektim. Zorlukla yutkundum. Kuzey de onun sağından yeşil gözleriyle beni delecek gibi baktı. Ne bakıyorsun dövecek gibi, seni mi alacağım nikâhıma?
-Biliyorsun Kemal amca, işten başka bir şey düşündüğüm mü var?
-Bak biz yaşlandık, sizin mürüvvetinizi görmeden ölmeyelim.
-Estağfurullah, siz bizi bile gömersiniz maşallah. Gökçe nasıl?
-Yaz tatilinde gelecek deli kız, dedi Belgin teyze gülümseyerek. Başınıza bela olur artık.
-Olsun ben çok eğleniyorum Gökçeyle. Abisi gibi değil.
Bunun üstüne babam lafa karıştı,
-Niye eskiden Kuzeysiz gün geçirmezdin? Gerçi bir ara uzaklaşmıştınız sanki.
-Eskiden babacığım, dedim eskiden kelimesine vurgu yaparak. Kuzey'in eli yine kolyesine gitti. Bakışlarım onun ellerini takip ettiğinden hafif bronz teninde bir süre oyalandı. Kendi kendime sinirlenip kaşlarımı çattım. Belgin teyze ortamı ısıtmak için konuştu,
-Amerika'da çekindiğin fotoğrafları getirsene anneciğim.
İsteksizce yerinden kalkıp salondan çıktı. Sanki çok meraklıyız senin fotoğraflarına. Biraz sonra elinde büyükçe bir fotoğraf albümüyle geri geldi. Albümü Belgin teyzenin kucağına bıraktı. Açıp sayfaları tek tek çevirirken meraklı bıdık annem de gömüldü. Ben ise telefonumu açıp Ahu'nun mesajına baktım.
"Ne yapıyorsun bebiş?"
"Buzdolabının şerefine yemek vardı da. Zorunlu misafirlikteyim."
"Buzdolabı kim?"
"Kuzey"
"NE? KUZEY GERİ Mİ DÖNDÜ?"
"Şu hapisten kurtulayım arayacağım seni."
-Sen de baksana kızım. Ne tatlı değil mi, diye sorarken albümü neredeyse burnuma soktu annem. Samimiyetsiz tebessümümü yüzüme yerleştirirken fotoğrafa baktım. Çirkin bir ergendi. Yalan. Sahilde altında mavi şortuyla, güneş vurduğu için açık kumral gibi gözüken saçlarıyla, elini siper yapmış on beş yaşındaki Kuzey bana bakıyordu. Boynunda yine lâl taşından yapılmış kolyesi vardı. Kahretsin, takıyormuş gerçekten.
-Hıı çok tatlıymış, dedim yarım ağız. Kol saatime baktım. Kalksak mı artık?
Hepsi birden düşman gözlerle bana bakınca tatlı olmaya çalışarak gülümsedim,
-Yarın boks antrenörümle randevum var da. Müsaade var mı Levent Bey?
-Tamam git kızım, zaten zorla geldin.
Hızla yerimden kalkıp Belgin teyzeye ve Kemal amcaya dönerek kendi elimi dudağıma götürüp kendi alnıma koydum. Sonra selam çakıp hoplar gibi koşarak evden çıktım. Biraz sonra evdeki merdivenleri hızla çıktım ve odamdaki yatağa kendimi bıraktım. Telefonumu çıkarıp Ahu'yu aradım.
-Kızım çabuk anlat neler oluyor?
-Yarın buluşalım mı aşkım?
-Olur nerede?
-Sen söyle ben geleyim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burgonya
RomanceBir zamanlar bana onun geri döndüğünü söyleseler belki de ağlardım. Ama o, şimdi benim için bir yabancıdan farksız. Bugün geliyor... ●Argo dil ve küfür içerir.●