Yer yer taktığım güneş gözlüğünü artık takıp çıkarmak tik haline geldi. Gerçi tik nedir diye sorsanız, bir tek, Kuzey'in karnındakini biliyorum, derim size. Siz kimsiniz, kaç kişisiniz onu hiç bilmiyorum, o konuyu açmayın. İç sesimle konuşmam yetmiyor gibi topluluklara da seslenmeye başladım. Cumhurbaşkanı mı olsam acaba? Çantada harbiden ne var? Nereye koysam ki bunu? En iyisi arabada bırakmak. Ya da ben bunu bagaja koyayım. Öyle yapıp çantayı aldım ve güneş gözlüklerim gözümde, elimde sırt çantası ile arabadan indim. Hızlıca etrafı kontrol ettikten sonra bagajı açıp içine koydum ve aceleyle kapattım. Kendi sırt çantamı arabanın içinde unuttuğumu fark edip tekrar ön kapıya yöneldim. Hiç iyi değilim. Ayakkabılarımın topuklarının zeminde yaptığı sese odaklanıyorum. Tak tak, tak tak... Asansör geldiğinde aynadaki yansımam bana baktı, ben de ona. Bir süre dikildim ve kapı kapandı. Tekrar düğmeye bastım, açıldı. Yine bekledim ve yine kapandı. Sonra asansör yukarı çıktı, aşağı indi, birileri de asansörden indi. Bagajın kapısı kapandı mı? Ahu silahı gördü mü? Alp Er Tunga öldü mü? Ya Lupin'i bıraktığım adam organ mafyasıysa? Köpekten alıp insana satacak hâli yok. Ya köpekten alıp köpeğe satarsa?
-Neden bekliyorsun?
-Ağzına... Ödüm koptu Kuzey!
Arkama dönünce neredeyse burnuna kafa atacaktım. Elimi omuzlarına koyup hafifçe ittirdim.
-Girmiş dibime sessiz sessiz. Sapık mısın oğlum sen?
-Aaaa! Küfür hiç yakışmıyor. Hem niye gözlük takıyorsun?
-Anneni çok severim Kuzey. O yüzden bu işe onu dâhil etmeyeceğim.
Titreyen bacaklarım beni asansöre götürdüğü için onlara, gerçekten, somut olarak, karşıma alıp teşekkür edebilirdim; lâkin bu eylemim sonucu –bir daha yerlerine takamayacağım için- muhtemelen onlar da bana küfrederdi, ki az önce Kuzey'in annesine yaptığım gibi benim anneme torpil geçmezlerdi. Benim ardımdan Kuzey de muhteşem bacakları sayesinde asansöre bindi ve hatta ilginçtir ki muhteşem parmakları asansörün düğmesine basabildi. Normalde olsa, sabah beni kaldırımda yalnız bıraktığı için içimden ona söylenirdim ama neredeyse aynı renk gömleklerimizle mükemmel bir uyum içerisinde olduğumuzdan gözlerim, bu şahane manzara için beni manipüle etmişti çoktan. Tüm bunları boş ver, çünkü ben bile şu an içimden ne konuştuğumu anlamlandıramıyorum. Yan yana durduğumuzdan Kuzey'in gözlerini de göremiyorum. Acaba biraz, şöyle çaktırmadan, azıcık ucundan baksam mı?
-Ne oldu?
Gerçekten hiç çaktırmamışım.
-Sana bakmıyorum, şuradaki ışığa bakıyorum, dedim onun kafasının üstündeki ışığı parmağımla gösterirken, suratına bakarak.
-Lâl, güneş gözlüğü gözünü tamamen kapatmıyor, biliyorsun? Hem senin neyin var böyle?
Gerek tam çıkaramadığı ö sesi, gerek ses tonu ile o kadar tatlı ki hemen şu an, beni affet dese, her şey için affederim. Ya da akşam öleceğim için diğer tarafa küs gitmek istemiyorumdur, kim bilir? Ama beni niye öldürsünler? Kesin Ali Bey dedi, bu saftirik, hemen ele verir sizi diye. Hayır, telefonda atar yaptığım adam yüzünden, değil mi? Evet, kesin onun yüzünden. Sağ koluma dokunan el, beni sola yani Kuzey'e çevirdi çünkü bu Kuzey'in eli. Diğer eliyle güneş gözlüğümü çıkardı. Uzun uzun bana baktı.
-Niye titriyorsun?
Düşünmemek ya da düşmemek için, boğulmak üzere olan bir insan gibi çırpındığım, yalpaladığım ve Kuzey'in kaldırımdan aniden kalkışıyla düştüğüm o derin çukurdan zihnim; sadece yara alarak kurtulmama izin vermediğinden beni bir de enkazın altında bırakmak istemişti. Başarmıştı da. Bu sabah gördüğüm rüya yetmiyor gibi bir de o, içinde ne olduğunu bilmediğim çantanın varlığını başka emellere dayandırmıştı ve dayandırmakta. Ama ben kendimden başka kimsenin, benimle yaptığı savaşı kazanmasına izin vermezdim. Oysa Kuzey gözleriyle, benimle milyonlarca kez savaşmış ve kazanmıştı. Şu an olduğu gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burgonya
RomanceBir zamanlar bana onun geri döndüğünü söyleseler belki de ağlardım. Ama o, şimdi benim için bir yabancıdan farksız. Bugün geliyor... ●Argo dil ve küfür içerir.●