"Aşkın her zaman tehlikeli ve şimdi ben bizde kayboldum."
Imagine Dragons, I Don't Know Why
🐞🐾
🐞 Marinette Dupain-Cheng'in Ağzından 🐞
Sabah ufak bir titremeyle gözlerimi açtığımda başucumda bir not kağıdı görmüştüm. Kağıdın sağ alt köşesinde sevgilin yazıyordu. Defile için hazırlanma adına yanımdan ayrılmak zorunda olduğunu hakkında devam eden bir yazı yazmıştı. Sonunda da kağıda beni gülümseyecek harfleri işlerken hoş el yazısını kullanmıştı: seni seviyorum leydim!
Elimin tersiyle onun yattığı tarafa dokunduğumda pek soğuk olmadığını fark ettim. Demek ki anımdan ayrılalı çok olmamıştı. Onun kolları arasında uykuya çekildikten hemen sonra uyanmışım gibi hissediyordum. Sanki zaman benim için olabildiğince daralıyordu. Bu, beni yoruyor, afallatıyordu.
Anneme uzun zaman sonra kahvaltı masasını hazırlamak için yardım ederken onu hoşnut görmüştüm. Okula yeniden döndüğümden beri tedirgin ruh hallerine bürünmüştü. Benim için duyduğu tedirginliğin hissiyatı son zamanlarda azalıyordu. Bir aile olarak kahvaltı masasına oturduğumuzda güzel sohbet döndürdüğümüze sevinmiştim. Bugün benden daha heyecanlı duran babam, kendi tasarımım olan şapkamı defilede göreceği için çok gururlu ve onurlu olduğunu birçok sefer dile getirmişti.
Okulun bahçe kapısından girdiğim an nefesimi tutmam gerekiyormuş gibi derin bir soluk aldım. Tamam, bugün heyecanlı bir gün olacaktı fakat bu duyguyla güne başlamak pek iyi değildi! Adrien gece geç gelmişti. Kendime onsuz uyayabileceğimi söylesem de korkmuştum. Çok uykum olduğu hâlde kendimi serbest bırakamamıştım. Yanıma geldiğinde onsuz uyuyamadığımı söyleyip ona sarılarak uykuya dalmak o an için çok kolaydı ama şimdi...
Şimdi Adrien'la karşılaşmak bile yüreğimi hoplatıyor!
"Hiçbir şey söylemeyeceğim. O konuşursa- hayır, konuşmaz ki! Adrien ne hissediyor olabilir? Aman Tanrım, bu çok utanç verici!" Ellerimle yüzümü kapatıp yürümeyi kestim. Sınıf kapısının önündeyim. Bayan Bustier'in sesini duyuyorum. Sakince sınıfa gir ve yerine otur. Evet, bunu yap. Ayaklarına bak, evet!
"Yapabilirim!"
"Ah, evet, sınıfa girebilirsin."
Arkamdan gelen sesi duyunca irkilerek yana çekildim. Mel'in koltuk altı değnekleriyle bana bir adım attığını görünce gözledim aralandı. "Mel, sen..." Sözümün devamı gelmemişti çünkü şaşkınlığım dilime yapışmıştı. Mavi saçlarının rengi koyu bir yeşile dönmüştü. Yüzünde herhangi bir yerinde piercing yoktu. Koyu makyaj yapmamıştı. Onda değişmeyen tek şey koyu kıyafetleriyle gotik tarzıydı. Şaşkınlığımın nedeni onun bir başkasının yardımı olmadan ayakta olup adım atıyor oluşuydu.
"Pekâlâ, içeri girecek misin?"
Tamam, onu pek fazla tanımasam da değişmeyen çok şeyi vardı.
Kapının önünden çekildim. "Üzgünüm ben senin yürüdüğünü görünce şaşırdım ve sevindim."
Benimle engeli hakkında konuşmak istemediğinden mi yoksa acelesi olduğu için mi bilmiyorum, bana sadece ufak saydam bir tebessüm edip sınıf kapısını aralamıştı. Onu ilk kez hastane odasında gördüğümü hatırlıyordum. Asabi ve soğuk bir karakteri gibi görünmüştü ilk başlarda bana. Okulumuza gelip bizi tiyatro nasıl oynanır diye öğretmeye başlayınca bu görüşten uzaklaşmıştım. Mel iyi bir kızdı ve onu daha fazla tanımak, arkadaş olmak istediğim biriydi. Bay Kurtuluş'a beni arkadaşı olarak tanıtmıştı aslında...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lain: Son Yazgı (Ⅲ. Kitap) | Miraculous
FanfictionLain Serisi Ⅲ #together Âşık olmaya başladığım zamanlarda kimse sonsuzluktan bahsetmemişti. Öyle derin, öyle saklı, Kozasında kelebek olmayı bekleyen bir tırtıl gibi... Habersiz, saf ve dünyayı tanımayan bir ruh. O ruha karıştın ve bilmediğim, tanım...