Karşımdaydı, orada. Birkaç adım ötemde. Aramızda sadece bir masa vardı. Kilometrelerce mesafenin ötesinden gelmiştik, birbirimize. Lakin kilometrelerce mesafe varken daha yakındık birbirimizi. Bazen fiziksel bazı yakınlıklar kilometrelerce mesafeden çok daha uzaktı çünkü.
Elleri cebinde, arkası bana dönüktü. Yere kadar uzanan camdan İstanbul'u izliyordu. Belki de izlemiyordu. Öylece bakıyordu belki de sadece. Çünkü bakmak görmek değildi her zaman. Bazen görmek için bakmazdık.
Bana dönmüyordu ama olsun, karşımdaydı işte. Sesi, onu unutmaya yüz tutmuş hafızamda değildi artık buğulu, puslu görüntüsü. Rüyalarımda değildi, hayallerimde değildi. Tam da karşımdaydı. Bu da mı bir rüyaydı acaba? Belki de rüyaydı, gerçekçi bir rüya. Olmasın diye dua ettim içimden.
"Ne olur Allah'ım" dedim "Ne olur bu da rüya olmasın"
Ona bu kadar yakınken dayanamazdım çünkü, bir kez daha gerçek olmamasına dayanamazdım.
Birkaç adım attım, pamukların üzerinde yürüyormuşum gibiydi . Havada süzülüyordum sanki, yürümüyordum da uçuyordum. Yere basmıyordu ayaklarım, hissetmiyordum ayaklarımın altındaki zemini.
Geçtim masayı, birkaç adım attım ona.
"Tunay" diye fısıldadım ama duymadı. Kendi içime konuşmuştum sanki. Her bir harfi yuttum içime içime.
Elinde beyaz bir kahve kupası vardı, az önce cebinde değil miydi oysa elleri? Ne zaman almıştı o kahve kupasını eline? Bir elinde sigara tutuyordu, bir elinde beyaz bir kahve kupası. Sonra bana döndü. Gülümsedi.
"Aslı" dedi, boğuk sesiyle. Zihnimde yankılandı sesi. Zihnimin köhne duvarlarına çarptı, boşluklarda yankılandı.
"Seni bekledim" dedi sigarasını dudaklarına götürürken.
"Özür dilerim" dedim ona bir adım daha atarken, sigarasını dudaklarından uzaklaştırdı. Dumanını üfledi. "Çok beklettim seni, özür dilerim" dedim usulca.
"Geldin ya" dedi gülümserken, sımsıcaktı. Gülümsemesi içimi ısıttı. "Hepsi geçti" dedi. "Beklemek" dedi sigarayı kül tabağına bırakırken sonra bana büyük bir adım atıp aramızdaki mesafeyi kapattı, elini yüzümde gezdirdi şefkatle "Gelişinle güzelleşti"
Gözlerimi kapadım, kendimi onun şefkatine bıraktım. Yanağımdan boynuma süzüldü eli, sıkı sıkı sardı boynumu. Nefesim kesildi.
Zar zor aldığım nefeslerin arasında "Tunay!" diye bağırdım sesim çıktığınca. Boğuluyordum. Beni boğuyor, öldürüyordu.
"Ama her şeye rağmen sen gittin!" diye kükredi. Gözlerim kararırken parmakları çekildi boğazımdan, dizlerim titredi. Taşıyamadım kendimi, düştüm.
"Sen gittin" dedi fısıldayarak "Elimi bıraktın"
Beyaz kahve kupası düştü yere, paramparça oldu. Kırmızı, koyu kırmızı bir şeyler saçıldı etrafa. Kokusu genzimi yaktı. Kan vardı içinde, kahve değil. Kan.
Sonra buğulandı görüşüm. Mavi gözlerine bakarken her şey puslu bir hal aldı. Sanki tüm oda bir sis bulutunun içindeymiş gibi. Ve bir kez daha seslendi bana "Aslı!"
Omuzlarımdan tuttu biri, beni sarstı. Ve bir çığlık duydum, kulaklarımı acıtan bir çığlık. Kendi çığlığım.
Sıçradım. Derin nefesler aldım.