''Saatlerdir sana mesaj atıyorum Aslı, neden açmıyorsun telefonlarımı?'' telefonlarını açmadığım için kızgın olması gerekirken oldukça sakin konuşuyordu.
Benim arkamdan salona giren Efkan'a kaydı Tunay'ın bakışları.
''Ben...'' dedim ve Tunay'a yaklaşırken devam ettim ''Duymadım. Önemli bir şey mi oldu?''
Gözleri tekrar beni bulduğunda gözlerinde bir his kırıntısı aradım.
Üzüntü, kırgınlık, kızgınlık, hayal kırıklığı, nefret...
Gördüğüm şeyler değildi bunlar, görmek istediklerimdi. Bana karşı tek bir his beslemesini istiyordum. İçinde bir yerlerde hala bana ait bir şey olsun istiyorum. Çok değil, minik bir his kırıntısıyla da avunurum ben. Yeter ki bir şey hissetsin istiyorum. Ama en çokta nefreti hissetsin istiyordum.
Üzülsün istediğimden değil gözlerinde üzüldüğünü belli eden bir bakış aramam. Onda, üzülecek kadar olmak istediğimden.
Kırılmasını istediğimden değil gözlerinde kırgınlığını belli eden bir bakış aramam. Onu kıracak kadar beni önemsemesini istediğimden.
Kızmasını istediğimden değil gözlerinde kızgınlığını belli eden bir bakış aramam. Beni, bana karışacak kadar kendine yakın görmesini istediğimden.
Hayal kırıklığını yaşamasını istediğimden değil gözlerinde hayal kırıklığına uğradığını belli eden bir bakış aramam. Benimle hayal kurduğunu bilmek istediğimden.
Nefret etmesini istediğimden değil gözlerinde nefret kırıntıları aramam. Aşık olduğunu bilmek istediğimden.
Bir laf vardır hani;
Nefret, aşkın hayal kırıklığına uğramış halidir.
Hah işte! Tam da bu yüzden gözlerinde nefreti aramam, aslında en çokta nefreti aramam. En azından bir zamanlar bana aşık olduğunu bilmek istediğimden nefreti arıyorum gözlerinde. Hiç aşık olmamış gibi davrandığından, aşık olduğuna inanmak için nefreti arıyorum gözlerinde.
''Yarınki kokteyli sen organize edeceksin Aslı, bu yüzden aradım'' sesi hala sakindi ama daha sert konuşuyordu.
''Tabletindeki mail hesabına yapılacaklar listesi, arayacağın organizasyon şirketi, müzik grubu, kısacası kokteyl ile ilgili her şey gönderildi. Davetli listesi de var. Yarın öğlene kadar halledersin umarım''
Ayağa kalkıp bana doğru gelmeye başladığı sırada bana bomboş bakan gözlerine bakıyordum.
Ben, benden nefret etmesine bile razı olmuşken nasıl olur da bu kadar boş bakabilirdi bana? Nasıl olur da nefreti bile layık görmezdi bana? Bu kadar mı değerim yoktu? Bu kadar mı hiçtim onun için?
''Çorabını Gökçe'ye verdim. İyi geceler'' dedi yanımdan geçerken.
Tunay'ın sesiyle kendime gelip Efkan'a döndüm.
''Mutfağa geçip suyu ısıt, geliyorum''
Hızla çıkardığım ayakkabıların üstüne basıp Tunay'ın peşinden evden çıktım ve bahçeyi de aşarak bahçe kapısını açmak üzere olduğu sırada ona yetiştim.
''Tunay'' dedim oluk soluğa ve hemen ekledim ''Bey''
Ona böyle resmi bir şekilde hitap etmek bile zoruma gidiyordu. Bir zamanlar sevgilim, canım, bir tanem, hayatım, anlamım kısacası her şeyim olarak nitelendirdiğim çocuğu şimdi 'Bey' sıfatına sığdırmak zoruma gidiyordu işte.