1. Bölüm

178 13 8
                                    

İlk bölümle karşınızdayım. Sık sık bölüm atarak sizleri çok bekletmeyeceğim.

Başladığınız tarihi buraya yazabilirsiniz :)

🎶

Ben Alya. Alya Manas. Babasına aşık, annesine arkadaş, kız kardeşine abla ve arkadaşlarına kardeş olan Alya.

Aynanın karşısında kendime bakıyordum. Kot pantolon üzerine siyah kalın askılı bluzumu giymiştim. Üzerine de kerem rengi salaş hırkamı giydim. Zaten gür ve uzun olan kirpiklerimi rimelle şekillendirdim. Elmacık kemiklerimin üzerine doğal duracak şekilde açık renk allığımı fırça yardımıyla sürdüm. Şeftali rengi rujumu da sürdükten sonra dalgalı olan koyu kumral saçlarımı son kez düzelttim ve hazırdım.

‘‘Anne çıkıyorum ben geç kaldım.’’ diye anneme seslendim ayakkabılarımı giyerken. Ders Sahra hocanındı ve geç kalırsam hayatta derse almazdı. Üniversite hocaları fazlasıyla anlayışsızdı. Bazen bazı hocaların bizi robot gibi gördüğünü düşünüyordum.

‘‘Geldim ben de beraber çıkalım.’’ dedi annem. Bir şey unutmamak için eşyalarını kontrol etti. Ardından evi son kez süzdükten sonra yanıma geldi.

Annem. Gözde Manas. Çok güzel bir kadındı. Pürüzsüz bir yüze sahipti. Yüzündeki her ayrıntı sanki özel bir kalemle çizilmiş gibiydi. Uzun siyah kirpiklerinin arkasından görünen açık kahverengi gözleri ve bunu tamamlayan dalgalı kestane rengi saçları bu özel çizimin en çok dikkat edilen yapılarıymış gibi anneme güzellik katıyordu. 42 yaşında olmasına rağmen yaşını hiç göstermiyordu. Sadece görünüşü değil ruhu da oldukça gençti.

‘‘Seni bırakmamı ister misin?’’ diye sordu. Bence beni bırakıp öyle işe gitmesinde bir sakınca yoktu.

Kadın doğum doktoruydu annem. Beni erken yaşta kucağına almasına rağmen okumaktan vazgeçmemişti ve şuan mesleğini aşkla yapıyordu. Her gün bir bebeğin hayatla buluşmasına şahitlik ediyordu. Bu dalı seçmesindeki en önemli etkenin benim olduğumu söylerdi her seferinde.

‘‘İyi olur yoksa yetişemeyeceğim.’’

Beraber arabaya bindik ve beni okula bıraktı. Okula gelince annemin yanağına küçük bir öpücük kondurup arabadan indim ve hızla dersin yapılacağı dersliğe gittim. 2 dakika ile yetişmiştim. Erva’nın yanındaki boş yere geçip oturdum.

‘‘Yetişemeyeceksin sandım.’’ dedi Erva.

Erva benim en yakınımdı, çocukluğumdu. Biz henüz 4 yaşındayken annelerimiz tanışmıştı ve o zamandan beri ne annemle Melda teyze ne de benle Erva ayrılmamıştık. Kehribar rengi gözleri ve kumral saçlarıyla herkesten ayrılan bir güzelliği vardı.

‘‘Annem bıraktı. Yoksa yetişemezdim.’’ dediğim sırada hoca geldi.

5 yıllık eczacılık eğitimimizin henüz ilk yılındaydık ve bir buçuk ay gibi bir süreyi geride bırakmıştık. Hem biz üniversiteye hem de üniversite bize yavaş yavaş alışıyorduk. Vizelere de çok kısa bir zaman kalmıştı.

🎶

Ders bittikten sonra fakültenin bahçesindekindeki masalardan birine oturduk. Kasım ayında olduğumuz için ağaçlar yapraklarını dökmeye başlamıştı. Hava da sıcaklığını kaybetmişti.

Benim en çok sevdiğim hava işte buydu. Sıcak değildi ama soğuk da değildi. Esen rüzgar usul usul saçlarımı uçuracak ve beni serinletecek cinstendi.

Ayrıca sonbaharın kokusunu da seviyordum. Evet, belki saçma gelecek ama bana göre her şeyin kokusu vardır.

Sonbaharın kokusu yapraktır, yazın deniz, kışın kar, ilkbaharın ise çiçek.

Mutlu Sonsuz Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin